Osman Uzunkaya

Osman Uzunkaya

Hafız İsmail  (17)

Hafız İsmail  (17)

      Anasıyla köye dönüşlerinde köylülerin onları büyük bir coşkuyla karşılayıp bağrına basması, babası hacı Mehmet’in kapılarının önünde kurban kesmesi ve ardından da günlerce süren “Hoş geldin!” Ziyaretleri hala dün gibi belleğindeydi. Son zamanlarda yaşadığı belirsizlikler sona ermiş, her şey yerli yerine oturmuştu. İki yıldır onu bekleyen sözlüsü Fadime ile evlenmiş olması, sonrasında da köyün ileri gelenlerinin isteği üzerine Yukarı Cami’de imamlık yapmaya başlaması yaşama sevincini artırmıştı. Peş peşe gelişen olaylar hayatına güzellik katmış, mutluluk meltemi gönül bahçesinde esmeye başlamıştı. Artık hayat onun için daha anlamlıydı. Şimdi sıra hayallerinin peşinde koşmaya gelmişti. Bazen hocası Şükrü Efendi’nin söyledikleri aklına düşünce kafası karışır, düzgün akan hayat ırmağı birden kabarıverirdi. Hocası onu anasına bir şartla teslim etmişti. Ve kendisini de sıkı sıkıya tembih edip, “Evlendikten sonra vakit kaybetmeden gel! Gel ki seni İstanbul’a gönderip öğrendiklerini taçlandırayım.” Demişti. Hocası onun daha çok okuyup, İslam irfanıyla hemhal olmasını arzu ediyordu. Lakin hafız İsmail için vakit çok geçti. O evlenip barklanmış, hayatını bu şekilde sürdürmeye çoktan karar vermişti. İçsesine kulak kabarttı. İç sesi ona artık vakit çok geç! Diyordu. Bu ilk kez olan bir şey değildi. Ne zaman kendini dinlemeye kalksa düşüncelere dalıyordu. Ve çok geçmeden iç sesi dilleniyordu; artık vakit çok geç!

                Yukarı Camideki imamlık görevine başlayalı on gün kadar olmuştu. Caminin altında ön duvarı yıkık, kapı ve penceresi olmayan harabe bir yer vardı. Burası çocukların “kör ebe” oynarken saklandığı, hayvanların zapt edildiği ve geçici korunak olarak kullanılan bir yerdi. Hafız İsmail, sadece imamlıkla yetinmeyip, köy çocuklarını da okutmak istiyordu. Bunun için bir dersliğe ihtiyacı vardı. Caminin altındaki bu derme çatma yeri onarıp mektep yapmayı çok istiyordu. Birkaç defa cemaatten bazılarına fikrini açıklamış, lakin onlardan olumlu bir cevap alamamıştı. Muhtar Ömer Ali ağa’ya düşüncesini anlatmış, Muhtarın; “Hafız sen olacak işe bak! Orası bu haliyle mektep falan olmaz.” Deyip kestirip atmıştı. Ama hafız İsmail kararlıydı. Ne pahasına olursa olsun burayı onarıp mektep haline getirecekti. Cami’de öğle namazlarından sonra okuttuğu on dört, on beş yaşlarındaki iki çocuğu yanına alarak bu yerin etrafındaki taş yığınlarını uygun bir yere istifledi. İçerdeki küllük birikintilerini uzak bir yere döktü. Buranın zeminini düzgün hale getirmek için, caminin arka sokağında bulunan toprak yığınından onlarca kova toprağı buraya taşıyarak zemini kullanılır hale getirdi. Üç veya dört gün içinde bu yer tertemiz olmuştu. Sadece ön cepheye bir kapı ve pencere takılması ile kalan boşluğun duvarla örülmesi, buranın sınıf olarak kullanılmasına yetecekti. Hafız İsmail’in iki çocuğun yardımıyla yaptığı bu çalışma köylülerin dikkatini çekmişti. Olup bitenleri görenler, gözlerine inanamamış ve hayretler içinde kalmışlardı. Bir birlerine; “ Burası yıkık yumuk ve berbat bir yerken, bu hale nasıl gelmiş!” Diyerek şaşkınlıklarını ifade ediyorlardı. Hafız İsmail’in bu çabası, cemaati de heyecanlandırmıştı. Aralarında bir miktar para toplamışlardı. Ancak o para, kapı pencere almaya yetmeyince Yusuf Çavuş’tan yardım talep etmişlerdi.  Yusuf Çavuş; “Merak etmeyin ağalar, bugün yarın ben bu işi hallederim. Şehirden buraya uygun bir kapı ve pencere getirip veririm size. Siz o topladığınız parayı cami işlerinde kullanın.”Diyerek cemaati rahatlatmıştı. (devam edecek)

Kalın sağlıcakla..

                 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Osman Uzunkaya Arşivi
SON YAZILAR