Pembe Sardunya
Mahallemizde; “Sardunya Sokağı” adında şirin bir sokak vardı. Sardunyaların boy gösterdiği bu sokakta benden başka lâkabı, “Simit Ahmet” olan bir arkadaşım daha otururdu. Neredeyse her gün onun evine uğrar, kapının önünden ona “Simit” Diye seslenirdim. Lâkabını pek sevmediği için ikinci kez simit dememe müsaade etmez, adeta yıldırım hızıyla yanımda biterdi. “Simit Ahmet” le sokağın baklava dilimini andıran rengârenk parke taşlarını adımlar, sardunya kokularını içimize çeke çeke caddeye doğru yürüyüşümüzü sürdürürdük.
Sardunya çiçeklerinin o güzel kokusu bizi üniversite yerleşkesine götürecek olan otobüse binene kadar devam ederdi. Başımızı döndüren ve içimize yaşama sevinci aşılayan sardunya kokularını yeniden içimize çekmek için derslerimizin bitmesini sabırsızlıkla bekler, “Simit Ahmet” le buluştuğumuz gibi gecikmeden evin yolunu tutardık.
Oturduğumuz sokağın caddeye yakın tarafında, “Simit Ahmet” oturduğu için, benim onun evinin önünden geçmeme gibi bir şansım yoktu. Her sabah, bazen erken bazen de öğle vaktine doğru adeta, “Simit Ahmet” in evinin önünde biter; onun hoşuna gitmeyen ama beni keyiflendiren o iki hece sözcükle ona seslenmeden edemezdim.
Benim gibi, “Simit Ahmet” inde tek hayali bir an önce üniversiteden mezun olmaktı. Mezun olduktan sonra askerliğimizi yapacak, sonra da evlenecektik. İş bulmada zorlanmayacağımızı tahmin ediyorduk. Çünkü ben mühendislik, “Simit Ahmet” de hukuk okuyordu.
Çocukluk ve gençlik yıllarımın geçtiği sardunya kokulu bu sokak, sanki ruhumu şekillendirmişti. Okulumdan mezun olsam da, buradan ayrılmak istemiyordum. Gönlüm ve gözlerim, “Simit Ahmet” in evinin bitişiğindeki mavi boyalı evin küçük penceresine mühürlenmişti. Her sabah buradan geçerken sardunya çiçeğinin yaprakları arasında dışarıyı seyreden bir yüz ve bir bakış görürdüm. Çok istememe rağmen onu rahatsız etmemek için, “Simit” Diye bağırmazdım. Sardunya mı, yoksa o yüz mü daha güzeldi. Yeni fark ettiğim duygu seli gönlümün bendini yıktı, savurdu. Ruhumda met-cezir, içimde tarifsiz bir fırtına başladı. Bu güzel kız kimdi? Niçin aşağı inmez, niye cam ardından hep böyle etrafı seyreder dururdu. Göz göze geldiğimizde, kalbimin kafesinden çıkacakmış gibi çarptığını hisseder, duygularımı ona anlatmak için ne yapacağımı bilmez bir halde oralarda dolaşır dururdum.
Ona duygularımı açık etmenin bir yolu olmalıydı. Tam bunu düşünürken, birden buldum! Diyen iç sesime kulak verdim. İlhamım depreşti, elime kalemi alıp yazmaya başladım; “Mavi evin küçük penceresinde/Bir gül salkımı ve yanında yüzün/Bir kez olsun kapının önüne inde/Dağılsın içimde depreşen hüzün.
Artık mavi boyalı evin küçük penceresinde sadece sardunya çiçeği süslüyor etrafı. “Simit” Diye bağırsam da yalnız Ahmet duyuyor sesimi. Ondan ne bir haber alıyor, ne de cam ardından sızan birkaç bakışa rastlıyorum. İçimde hüzün, dilimde; “Artık demir alma günü gelmişse zamandan” Diyen o meşhur dize var bu günlerde.
Sağlıcakla kalınız.
