İbrahim Çolak

İbrahim Çolak

Hepsi bu kadar mı?

Hepsi bu kadar mı?

Yazacaklarımı konuşmuş olmalıyız. Yine de yazayım istedim, burada böylece dursun. Hem ki ölüm var. Hem ki söz uçar yazı kalır!

Eylül ayına ulaştık. Hazanın, üzüm sarısı zamanların, hüznün, yaprak dökümünün mevsimi. Garip değil mi, bunca hüzünle anılan bu mevsim meyvenin de en bol olduğu zamandır. Garip değildir aslında, buradan da çıkaracağımız hikmetler vardır. Kış yani soğuk ve ayaz ile başlayan, ilkbaharda toprağın şımarmasıyla ile devam eden, sonrasında da güneşe boğulan toprak… Tam ümitlerin tükendiği anda, Rabbimizin inayetiyle bizlere türlü türlü, renk renk, tad tad meyveler sunuyor.

Hoca değilim, alimlik bana uzak. Yazdıklarım kendime, yazdıklarım dostlarıma. Yanlıştan, hatadan ari değilim. Bilinir ve doğrudur; güzel olan Rabbimizin katındandır. Bizler ancak hikmetin peşinde olanlarız, fazlası değil. Bildiklerimize güvenmek, eğer ki kibir bulaşmışsa, bizi hikmete götürmez. Rabbim cümlemizi kibirden uzak kılsın.

Bahçedeyim. Yapraklar dökülmeye durmuş. Rüzgârın bir köşeye yığdıkları hariç, binlerce yaprak belirli bir nizamla dökülüp, sararmaya durmuş çimenlerle beraber yeni bir desen, yeni bir görsellik oluşturuyor. Bu binlerce yaprağın, orantılı bir şekilde böyle bir güzelliği meydana getirmesi yalnızca Rabbimizin inayetiyle oluyor. Basit, sade, nahif ve ibretlik. Saatlerce seyredebilir insan.

&&&

Bunca bolluğun, bunca harcamanın, bunca gezip dolaşmanın bizleri kibirli ve nankör kıldığına inanıyorum. Sofrada beş çeşit kahvaltılık var, şu söz hiç de nankör bulunmuyor: “Hepsi bu kadar mı?” Sofradaki üç çeşit peynir, iki çeşit zeytin, yağ, salam, sucuk, reçel, bal yetmiyor ve evin kızı/oğlu rahatlıkla şunu diyebiliyor annesine: “Hepsi bu kadar mı?” 

Son zamanlarda kime sorduysam hep aynı “menfi” cevabı aldım. Eskidi diye değiştirdiğimiz, yenisini aldığımız giysimiz yok. Ya modası geçiyor, ya da üzerinden daha bir yıl geçmeden, giymekten bıkıyoruz. Eskiyenimiz yok; doyurmaya çalıştığımız nefsimiz, yorulmayan hırslarımız var. 

&&&

Parayı basıp, beğendiği onlarca çiçeği alıp evinin, bahçesinin her tarafını çiçekle donatan insandan, çok daha mutludur, komşusundan aldığı bir sardunyayı, bir yaprak güzelini suyun içinde köklendirip, saksıya ekip gelişimi seyreden. Hem ki çiçekler insana en çok da sabretmesini öğretir. Çiçek yetiştiresin dayımın kızı!

&&&

Geçen gün, benim, beraber görüşelim dediğim iki arkadaşımız buluşmuşlar ancak beni unutmuşlardı! Üzüldüm. Nefsim hemen çalışmaya başlayıp onların aleyhine –armudun sapı, üzümün çöpü ve öküz altında buzağı aramak kabilinden- bana nedenler sunmaya başladı. Beğen beğen al cinsinden. Küsmem için her şey mevcuttu. Çok rahatlıkla gaza gelebilirdim. ( Hiç gelmiyorum değil…) Ancak şeytanın ve nefsimin bunca açık numarasını da yersem kendime kızardım. ( Ki sonradan öğrenmiştim, arkadaşlarımın beni unutması haklı nedenlere dayanıyordu.) Her olaya, her insana nimet ve ibret cephesinden baktığımız da kolayına kızmayacağımızı biliyordum. Daha o gün, bir insana verdiğim sözü unutmuş… Daha o gün gıybet yapılan bir yerde bulunmuş… Bunlardan çok daha kötüsü, daha o gün Rabbimi unutmuştum. Rabbimi unutmuştum ve Rabbim beni yine merhametiyle kuşatmıştı. Ben Rabbimi unuturken iyiydi lakin iki arkadaşım beni unutunca “hemen” küplere biniyor, onları vefasızlıkla suçlayabiliyordum. Yok, yok, Rabbini unutan önce dönüp kendine hesap sormalıydı, başkalarına –bu başkası kim olursa olsun- hesap sormak, çoğunlukla nefsimizi körüklüyor, şeytanı sevindiriyordu. Kendimize hesap soralım amcamın oğlu!

&&&

Tekrar olacak, olsun. Şımarmanın, sevmenin bir cüzü olduğuna inanıyorum. Bu yaşa geldim, hala şımarabildiğim insanları sevdiğimi, sevdiklerimi şımarttığımı biliyorum. Ya şımarmak kavramında anlaşamıyoruz, ya da şımarmak ile hadsizliği, şımarmak ile kabalığı karıştırıyoruz. Seven sevdiğini şımartsın!

&&&

Basit, sade, tabii, zahmetsiz, fark ettirmeden iyilik yapalım. İnsanların iyiliklerini kabul edip kusurlarına karşı da sabırlı davranalım. Geleceğin peşinden koşarken, bu günü elimizden kaçırmayalım. Daha saf, daha arı duru, daha yavaş yaşamadıkça da gereksiz yorgunluklarla boğuşacağız amcamın oğlu.

&&&

Dağlım. Son nefesimize kadar iyiyi ve güzeli aramaya devam edeceğiz. Belki ancak böyle kurtuluşa erebiliriz. Kazancakis ne diyordu: “Kurtuluşun olmadığına inanarak kurtuldum!” Evet, kurtuluş aramanın son nefese kadar devam etmesidir. Birbirimize dua ettiğimiz müddetçe, mesafelerin ve dahi ölümün bile önemi yoktur. Kurtuluş mutmain ve mütevekkil bir kalp ile Rabbimizin huzuruna çıkabilmenin gayretinde olmaktır.

Yağmur yağıyor; ben seninle yürüdüğümüz yerlerden geçiyorum, iki kere hüzün. Hasret sevdaya, gurbet yaşamaya dâhil.

Sabahtır, seni anmam kendime güzelliktir.

Allah esirgeyen ve bağışlayandır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Çolak Arşivi
SON YAZILAR