İbrahim Çolak

İbrahim Çolak

Kalbine…

Kalbine…

Yollarda ve hasretle yazıyor, yolların ve yorgunluğumun üzerine gidiyorum. Yollardayım. Günden güne azalıyor, parça parça tükeniyorum. Yollardan otellere, otellerden gün doğumlarına, düşlerden gerçeklere, uzaklığından cümlelere savruluyorum. Unutmuyorum, unutacak olsam da bunun yaşamaktan geçtiğini biliyorum.

Gerçeklerden kaçmaya başlayıp, sessiz bir küskünlük yaşadığımda okuyacağımdan fazla kitap alıyorum. Eşyalarımın olduğu valizin yanında, yeni, küçük bir valiz aldım; kitaplarım ve defterlerim için.  Yapraklarından soyunan ağaçlarla dolu bir bahçede oturuyorum. Çay söyledim kendime.  Kimseyi beklemiyorum, kendimden başka. Karanlık çöküyor. Birazdan evlerine çekilecek insanlar, kuru binalara, renkli ancak cansız duvarlara. Bir gönle, tebessüme gidemeyen kim varsa evsizdir aslında. Duvarlara değil de tebessüme gidenlere ne mutlu!

Bir gün kavuşursam eğer, sana altı çizili kitaplarımı, sana hepsi birbirinden güzel çınar yapraklarımı, sana kırk şehirden topladığım kırk gülü, sana yolculuklarımı, hasret sinmiş hikâyelerimi, hiç unutmadıklarımı… Sana tanıdığım garip ve ilginç insanları, ziyaret ettiğim yitik yerleri, sabahın her yerde her zaman umut olduğunu,  gurbet kokan otel odalarını… Senden uzak olmanın, tel örgülerin ardından sana seslenmek kadar kahırlı olduğunu… Sana, yanımdan ayırmadığım dört yapraklı yoncayı vereceğim sevgilim.

***

Bir kokudan diğer bir kokuya geçtiğimde, bir iklimden başka bir iklime gittiğimde, bir anda bir türkünün ezgisinde, soğuk bir odanın ortasında dikildiğimde, erik moru, fıstık yeşili bir elbise gördüğümde, çayıma elimi uzatmışken, çayına elini uzatışını hatırladığımda,  bir cümlenin tam ortasında takılıp kaldığımda… de, da, de, da. Seni özlemenin de hali.

Her görüşme, her sarılış, her söz, her bakış, hepsi ve her şey son olabilir.  Bunu bilmek merhametimi çoğaltıyor. Buna inanmak içten ve teklifsiz sevmemi de beraberinde getiriyor. Her şeyin yaşanacağını ve biteceğini, insana kalanın insanlık ve tebessümden gayrısı olmadığına inanıyorum.

Eleştirmenin kolay ibret almanın zorluğunu yaşıyor insanlar. Oysaki iyi insan olmak ibret almakla mümkün, eleştirmek kendimizden kaçmak, eleştirmek aynaya bakmamak oluyor. İlk taşı günahsız olan atsın!

***

Yanımda mektupların.
Yazdıkların bir kalbin sızısı, kokusu, kelamı...
Yazdıkların sen.
Yazdıklarını su gibi içiyorum da azalmıyor, artıyor susuzluğum.
Susuzluğum!
Yazdıklarını tekrar tekrar okumalı, sindirmeli, kalemime ve kalbime sürmeli, ondan sonra karşılık vermeliyim.
Gönüllerimizin ve kelimelerin sahibi Rabbimize şükürler olsun.
Sana dua, sana kalbim, sana dilediğince aşk.
Kalbin kaleminde, kalbin önümde!

***

Kelimelerim bittiğinde dağlara yürüyor, dağlara sığınıyorum. Dağlara doğru yürüyorum ve biliyorum ki orada yine seni bulacak, seni terennüm edecek ve dağın en tepesinden adını sesleneceğim. Adın aşk ile aynı anlamı taşıyor olacak. 

Yoluma çıkan kuşlara selamını söyleyeceğim.

Gözlerinde alçakgönüllü ve dostça bir içtenlik.
Gözlerinde beyaz bulutlar ve uzak maviliklerden oluşan bir yaz manzarası.
Seni özledim. Seni çok özledim.

***

Yürümeyi, susmayı, söylemeyi, bir şehri güzel kılan insanlar var. O şehrin sokaklarında adımlarımın sesi yoktur. O şehrin hava durumunu merak ederim. Sen oradasın diye sokakları çiçeklenir, sen oradasın diye insanların yüzleri güleçtir diye düşünürüm. Sen orada olduğun için güzelleşen bir şehir var, çok uzak.

***

İnsan, bir kadını sevdiğinde, yanında veya uzakta ona doyamayacağını hissettiğinde anlamalı ki sevginin devamı sonsuzluk yurdundadır.

Sana Hatay’dan Karabaş otu, sana Adana’dan mimoza çiçekleri topladım.

***

Sen beni sevdin, sen beni güzel sevdin.
Hesapsız, kitapsız ve koşarak sevdin beni.
Yaşadığımız bir rüya değildi, bir masalın içinden de çıkıp gelmemiştik.
Vardık, yaşıyorduk, kırılıp, inciniyor ancak sevgimizi merhem yapıyorduk.
 

Her söyleyen bir şey söyler, benim söylediğim sensin.

***

Her gün yaşadıklarıma daha bir kalbi baktığımda, kimseye yük olmamak gerektiğini… Olacak veya olmayacak olanı çok zaman hissettiğimizi fakat hislerimize kulak vermediğimizi… Dilimize pelesenk ediyor olsak da aşktan korktuğumuzu… Yorulmaktan ve emek vermekten kaçındığımızı… Kalbimizin bütün bilinenlerden farklı bir dili olduğunu… Yüzümüzü ve gönlümüzü güneşe, sıcaklığa, güvene, merhamete ve sevgiye döndüğümüzü ancak aklımızın önümüzü kestiğini… Kelimelere yaslanan yüreklerin yaralanacaklarını… Yaptığımız yanlışlardan daha fazla çıkmadığımız yolculukların pişmanlığını taşıdığımızı… Bir kadını onun izin verdiğinden fazla sevemeyeceğimizi… Kazanan olmaktansa kaybeden olmayı yeğlediğimi… Herkesin beni, benim herkesi anladığım yerde "beni anlamıyorlar" sözünü gereksiz ve yalan bulduğumu… Şu çöken soğuk Ankara gecesine cümleler uçurduğumu…

Yazdığımı, sustuğumu, yazdığımı, sustuğumu...

Hatay. Adana. Yozgat. Çorum. Amasya. Ankara.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Çolak Arşivi
SON YAZILAR