Esra Doğan
Esra Doğan Olay olan film

Olay olan film

Geçtiğimiz Cuma günü vizyona giren İranlı / Şiî yönetmen Mecid Mecîdî’nin direktörlüğünde yapılan Hz. Muhammed / Allah’ın Elçisi filmi, daha beyaz perdeye yansımadan büyük sansasyon oluşturdu.

İzleyen de yorum yaptı, izlemeyen de.

Bir kez daha gördük ki; bilmediğimiz herhangi bir konuda yorum yapmak, bir iki kişinin fikri doğrultusunda yol almak, bizim toplumca kanayan bir yaramız olmuştur. Ağzımız sütten yanalı epey bir zaman da geçmedi halbuki. Buna rağmen birkaç kişinin yorumuyla biz de hüküm verme yoluna gidiyoruz; düşünmeden, o furyaya katılmayı tercih ederek.

Filme gitmeden önce birçok kişinin toplu mesajlarını aldım. Filme gidilmemesi gerektiğini, Şianın dayatmalarının olduğu, Ehl-i Sünnet anlayışının yıkılmaya çalışıldığını ifade eden cümlelerdi. Büyük ithamlar… İzlemeden bir yorum yapmanın doğru olmadığı kanaatindeyim.

Olayların background üzerinden ve Ebu Talib vasıtasıyla anlatıldığı film; Fil vakasından başlanılarak Hz. Peygamber (sav)’in çocukluğunun 13-14 yaşına kadar işlenmesiyle son bulmuştur.

Hz. Peygamber’in doğumu esnasında gerçekleşen mucizelerin gösterildiği sahnelerde Kisra Saraylarının yıkılma sahnesi yer almıyordu. Hz. Ali’nin filmin genelinde yer almayıp son sahnede Peygamberimiz (sav)’in yanında suretinin gösterilmeden, bir ışık hüzmesi içerisinde yer alması ve Ebu Talib’e davetçi rolü biçilmesi Şii etkilerdendi.

Fil Vakası etkileyici bir sahneydi, özellikle ebabil kuşlarının gelişi ve gökyüzündeki seması.

Ebu Leheb’in karısının Emevi soyundan olması ve Haşimoğullarıyla arasına keskin bir çizginin çekildiği diyaloglar da irdelenmesi gereken noktalardandı.

Mucizelerin anlatıldığı sahnelerde putların yıkılması, gökyüzünde beliren ışık ve bir bulutun Peygamberimizin doğduğu evin ve daha sonra nereye giderse o bulutun hep üzerinde olması etkileyen diğer sahnelerdi.

Hz. Peygamber’in ardından görüntüsü ve eli görünüyordu. Olmalı mıydı? Bu kadarı dahi olmamalıydı belki ama burada aktarılan mesajın Hz. Peygamber’in bir beşer olması, O’nun da bizler gibi sevindiğine, hüzünlendiğine, acıkıp susadığına vurgu yapılmasıdır. Bir Peygamberi elbette sadece beşer olarak düşünemeyiz, çünkü o vahye muhatap kılınan övülmüş bir insandır, filmde de bunun aksi bir durum göremedim.

Diğer bir olumsuz eleştirim de filmdeki müzikler için olacak. Tam bir kıvama geliyor insan ve ardından kilise orgunu andıran müzik efektleri… Bu müzikler filmin bütünlüğünü koparır nitelikteydi.

Yahudi ve Hristiyan din adamlarının İncil ve Tevrat’ta yer alan son kurtarıcıdan bahsetmeleri, Rahip Bahira’nın tutumu ve tüm bunların aktarımı güzel kurgulanmıştı.

İslam Tarihini ve Peygamberimiz (sav)’in hayatını okuyan, Sünnetiyle hemhal olmuş insanlar, bu filmde neyin yanlış, neyin doğru kurgulanmış olduğunu ayırt edebilirler. Okumayanlarda ise bazı bulanmalar olabilir; çünkü görsel materyaller daha kalıcıdır, aslını bilmeden kurgusu seyredilirse yanlışlıklar oluşabilir.

Bir başka tarafı da; bazı insanlar, hayatlarını okuduğu kişilerin - ehl-i beytin kendi hayal ettiği şekilde aklında kalmasını isteyebilir. Amine Hatun denildiğinde bu rolü üstlenen kişinin sureti gözünün önüne gelsin istemeyebilir, buna da saygı duymak gerekir.

Yalnız bu filme gidenleri tekfir etmeye kadar giden söylemler de bir o kadar yanlıştır.

Filme gidip gitmeme konusunda herkes hürdür. Gideni tekfir etmek, gitmeyeni gitmesi için zorlamak da kimsenin haddi değildir.

Daha iyisini yapmak için çaba sarf edelim o halde. İslam Tarihi hep başkalarının kurgusu ile sergileniyor, biz dindarlar da seyretsek mi seyretmesek mi polemiğine giriyoruz. Zaman kaybetmeyelim.

Haydi Peygamberimiz (sav) için en ihlaslısından bir salavat dillendirelim de kendimize gelelim:

Allahumme salli alâ seyyidinâ Muhammed.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Esra Doğan Arşivi