Seri Kâtil’e Kim Dur Diyecek?
O ses hâlâ kulaklarımda yankılanıyor… Serbest bırakılan bir rehineye: “En çok neyden korktunuz?” diye sorduklarında verdiği o cevap –titreyen bir sesle– insanın yüreğini parçalar nitelikteydi:
“Hamas’tan değil, en çok İsrail’in bizi bombalayarak öldürebileceğinden ve sonra da ‘Hamas sizi öldürdü’ demelerinden korktuk.”
Bu cümle, insanlığın vicdanına saplanan bir hançer gibiydi. Çünkü o sözlerde, bir halkın yaşam umudunun, güven duygusunun nasıl sistematik biçimde yok edildiğinin acı itirafı vardı.
8 Ekim 2025’te Mısır’ın Şarm eş-Şeyh kentinde dünya umutla nefesini tuttu. ABD, Türkiye, Mısır ve Katar’ın arabuluculuğunda İsrail ile Hamas arasında bir ateşkes imzalandı. Söz verildi: 72 saat içinde rehine takası yapılacak, yüzlerce yardım tırı Gazze’ye girecek, İsrail kademeli olarak çekilecek ve Refah kapısı açılacaktı. O an, yakılmış evlerin dumanından yükselen bir umut kıvılcımı gibiydi. Ancak o kıvılcım ne yazık ki kısa sürede sönüp gitti.
Rehine değişimi gerçekleştirildi, fakat eksik ve yarım kaldı. İsrail’in bombalarıyla yıkılmış enkazların altında kalan on altı İsrailli, teslim edilemedi; çünkü Hamas’ın enkazları kaldıracak ne aracı ne de ekipmanı vardı. Bu gerçeği bile bile bahane eden İsrail, kapıları kapattı. Refah’ı açmadı, yardım tırlarını engelledi, ateşkesi defalarca ihlal etti. Gazze’de binlerce insan açlık, susuzluk ve yaralarının acısı içinde kıvranırken, dünya yine sessizliğe mahkûm edildi.
Başbakan B. Netanyahu’ya boşuna “seri katil” denmiyor. Çünkü hem yıkımı yaratan hem de ortaya çıkan acıyı başkasına yükleyen bir zihniyetle karşı karşıyayız. Evleri, hayatları, anıları yerle bir eden bu siyaset anlayışı; suçu inkâr etmenin, vicdanı susturmanın bir biçimi hâline geldi. Bir halkın yıkıntılarına bakıp hâlâ “biz suçsuzuz” diyebilmek, insanlık onuruna işlenmiş en büyük ihanettir.
Ateşkes dedikleri o kâğıt parçası, sahada defalarca delindi. Her ihlal, barış sözcüğünü biraz daha anlamsızlaştırdı. Her patlayan bomba, bir annenin çığlığına, bir çocuğun suskunluğuna dönüştü. Gazze’deki insanlar artık sadece rakamlardan ibaret değil; her biri bir hayat, bir hikâye, bir dua… Her biri unutulmayı değil, hatırlanmayı bekleyen şerefli bir isim.
Siyonist güçlerin gözünde Filistinliler insan sayılmıyor belki, ama dünya buna daha ne kadar göz yumacak? On altı rehine için dünyayı ayağa kaldıranlar, enkaz altında yatan on binlerce Filistinli çocuğun, ananın, babanın, kısaca insanın acısına neden kör kalıyor? Gazze’de ölen her can, bir şehrin, bir ülkenin, bir insanlığın eksilişidir. Rehinelerin serbest kalması elbette sevindiricidir; ancak adalet yalnızca bir kesime değil, herkese teker teker verilmedikçe barıştan söz edilemez. Sürgün edilenler evlerine dönmeden, hak yerini bulmadan gerçek barış kurulamaz.
Bugün dünya uyanıyor. Farklı kıtalardan, farklı dillerden milyonlarca insan sokaklarda zalime karşı bir vicdan nöbeti tutuyor. “Filistin’e özgürlük” haykırışları, insanlığın ortak kalbinden yükseliyor. Ancak meydanlardaki bu çığlıklar masalarda yapılan pazarlıklarda kayboluyor. Peki, kim dur diyecek bu zulme? Hangi vicdan, hangi el “yeter artık” diyecek?
Biliyorum, öfke geçici, ama adalet kalıcı olmalı. Öfkenin yanına merhameti, vicdanın yanına kararlılığı koymadıkça bu döngü kırılmaz. Bugün yapılması gereken, sadece lanet etmek değil; insanlığın ortak sorumluluğunu hatırlamak, yaraları sarmak, mazlumların yeniden ayağa kalkabileceği yeni bir dünya inşa etmektir.
Bir gün gelecek… Kudüs’ün özgür olduğu, Filistin’in coğrafi bütünlüğüne saygı duyulduğu o gün, mazlumların yüzü gülecek. Katledilenlerin çocukları adaletle buluşacak, sürgün edilenler evlerine dönecek, insanlar özgürce gülmeyi yeniden hatırlayacak. Seri katiller ise o günü düşünmeli: Katlettiğiniz bir halkın çocuklarıyla aynı dünyada nasıl yaşayacaksınız?
Artık sıra bizde. Her insanın yaşam hakkını savunarak, zulme karşı dimdik durma zamanı. Filistin’in sesi kısıldıkça, aslında insanlığın nefesi kesiliyor. Bugün susan vicdanlar, yarın kendi çocuklarına ne anlatacaklarını iyi düşünmeli…
Bu çığlık susmayacak. Bu umut sönmeyecek.
Enkaz altındaki çocukların, sürgündeki annelerin ve toprağını savunan Filistin halkının sesi olmak, insanlığın gecikmiş hakkını savunmanın en onurlu yoludur.
