İbrahim Çolak

İbrahim Çolak

Şimdi bak

Şimdi bak

Şimdi bak; dağ gölleri gibi şeffaf, temiz ve tortusuz… Kendi kendine şarkı söyleyen bir ırmağın şarkısını dinlemek kadar huzurlu… Kendini naftalin kokulu serin bir yatağa bırakmak kadar çekici… Saçımız okşanırken ağlamak kadar içli olmalıyız birbirimize, sevdiğimiz insana. Güneşte sır yoktur sevgilim, bizde de olmasın.
 
Şimdi bak: “Size ve bana neyin gerekli olduğunu biliyorum, dedim kestane ağaçlarına; bir hava değişikliğine, büyük şehir havasından kaçmaya ihtiyacımız var. Ama nasıl çıkmalı bu cehennemden? Ağrıyan kökleriniz asfaltın altına hapsedilmiş, ayaklarımız demir çemberlerle çevrili benimse sorumluluklarım var.” Bize gerekli olan öncelikle ruhumuzun açlığını gidermek, sevilmeyi beklemeden önce sevmektir. Bize gerekli olan, ellerimizle kotardığımız dikenli telleri sökmek ve duvarlarımızı yıkmaktır.
 
Şimdi bak; çok uyku çaldın gözlerimden, çok düş mırıldandın kulaklarıma ancak çok umut verdin, çok sarıldın, çok sevdin. Şimdi sen, hem gönlümün gevezesi hem sessizliğimin diğer ucusun.
 
Şimdi bak; sen unutmuşsundur, kampta son gecemizdi, güneş batarken, sen arkadaşlarınla beraber güle oynaya demet demet kuru çalı-çırpı getiriyordun. Akşam serinliğinin tatlı kokusu içinde sen, bu demetleri ateşin üzerine attığını zannederdin oysa o çalı-çırpıyı yüreğimin içine atıyordun. Bilmiyordun. 
 
Şimdi bak; bahara ulaştığımızı, şimdi dağlardan sana katırtırnağı ve yaban menekşeleri topladığımı, şimdi gökkuşağı renginde elbiseler giyerek kırlarda koştuğunu, şimdi şımararak sularda oynadığını, şimdi bir hüzün bulutunun gözlerinden geçtiğini, şimdi zeytin ekmek yediğimizi, şimdi toprak üzerinde namaz kıldığımızı, şimdi yan yana, kendi düşlerimize dalıp gittiğimizi, şimdi iç çektiğimizi, şimdi dua ettiğimizi... Şimdi bir bahar yağmurunda ıslandığımızı düşlüyorum.
 
Şimdi bak; “gerçekten güzel olan her şey asla satışa çıkarılmamış, ölümsüz Tanrı tarafından bağışlanmıştır bize. Günün doğuşunu ve batışını, gökyüzünde dolaşan bulutları, ormanları ve tarlaları, harika denizi seyretmek bağışlanmıştır; hem de tek kuruş ödemeden. Kuşlar bizim için bedava öter, gezinirken yol kenarındaki vahşi çiçekleri toplamaya hakkımız vardır. Gecenin yıldızlarla aydınlanmış kubbesi altına girmek için ücret ödenmez. Hoşnutluk ve iç huzuru bir köy evinde şehirdeki saraydan daha geniştir. Birkaç dost, birkaç kitap, gerçekten çok az şey, kendinize sahip oldukça çevrenizde sahip olmanız gereken şeyler bunlardır işte.”
 
Şimdi bak; yüzümüzü kaldırıp bulunduğumuz odaya, bulunduğumuz eve, çevremize bakalım. Parayla satın alınanlar ile paranın tek başına satın alamayacağı şeylerin oranı nedir? Bir odada; bir kilim, bir döşek, bir tabak, bir ekmek ve bir avuç zeytin fakat sımsıcak ve dünyaya kafa tutan iki yürek olabilir. Ruhumuzun açlık ihtiyacı bedenimizden daha fazladır. Bu gerçeğe gözümüzü yummak için parayla satın alınanlarımız çok, parayla satın alamayacaklarımız az.
 
Şimdi bak; bütün hüznüme, düşmelerime, tembelliklerime, hasret kokan satırlarıma rağmen, sevdanın bir buyruk gibi karşı konulmaz çağrısını işitiyor, ayağa kalkıp kollarımı gökyüzüne doğru açıp ağlayarak Rabbime şükrediyor, kırlara, dağlara doğru koşarken türkü söylüyorum. Şükrediyorum. Şükrediyorum. Şükrediyorum. Yaşamanın nimet ve emanet olduğuna inanıyor, kalbime ve emanete sahip çıkıyorum.
 
Şimdi bak; birbirimizi severken hep daha fazla sevmenin ve vermenin derdinde olmuyorsak… Daha fazla merhametli ve sabırlı olmuyorsak… Karşımızdaki insanı suçlamadan önce dönüp kendi kalbimize bakacağız, başağa durmuş buğdayım.  Hem sevmek, sahip olunan tek özgürlüğümüz olmasının yanında dokunaklı bir boyun eğmenin de adıdır. Ancak Allah, sevenlerin bütün sorularını cevaplandırabilir.
 
Şimdi bak; neşeyle hüzün bıçak sırtı, kalbimle kalbinin arası da. Sırtımızı dağlara vermiş otururken, elini kaldırıp yavaşça, hemen hemen sıkılganlıkla saçımı okşamış, önümüzde uzanıp giden denize bakarak “deniz gibi, dağlar gibi iyisin” demiştin. Deniz gibi iyi! Dağlar gibi iyi! Nerden geliyordu bu kelimeler? Uzaktan geliyorlardı muhakkak. Uzun süredir unutulmuş bir altın çağdan, ormanda ağaçların konuşabildiği, denizin dalgalarının şarkı söyleyebildiği, insanların dinleyip anlayabildikleri bir çağdan geliyorlardı, bir yankı gibi… Bu kelimeler, çiçek çiçek, gün gün, imbik imbik süzdüğün sevginden… Bu kelimeler kalbinden geliyordu. Kalbin kalbimden içeri, kalbin kalbime dost. Seni seviyorum.
 
Şimdi bak; “Piavi” diyorum yani güneş doğuyor.
 
Allah esirgeyen ve bağışlayandır!

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Çolak Arşivi
SON YAZILAR