Amerika, Gazze’den Türkiye’yi çıkaramayacağını anladı
(Bölgesel Gerçeklikler, Diplomatik Dönüşüm ve Stratejik Zorunluluklar Üzerine Bir Analiz)
⸻
Giriş
Gazze krizi, yalnızca Filistin-İsrail çatışmasının yeni bir evresini değil; aynı zamanda küresel güçlerin bölgeye bakışında paradigmatik bir dönüşümü de temsil ediyor. Bu değişim ve dönüşüm bir çok coğrafya’da da faal devam ediyor. 2023 sonrasında yaşanan her gelişme, bölgesel aktörlerin etki alanlarını yeniden tanımlarken, Amerika Birleşik Devletleri’nin Ortadoğu stratejisinde belirgin bir sınırın ortaya çıkmasına neden oldu: Washington artık Gazze’den Türkiye’yi dışlayamayacağını fark etti.
Bu durum bir tercih değil, jeopolitik zorunluluk.
Çünkü Türkiye, hem sahadaki insani yardım ağları hem de Hamas, Katar ve Mısır üzerinden kurduğu iletişim kanallarıyla, Gazze denkleminde fiilî bir güç konumuna ulaştı. Çünkü yıllardan beri bölgeden hiç ayrılmadı. Fiili olarakta oradaydı.
ABD’nin Türkiye’yi dışlamaya dönük ilk girişimleri, hem pratik hem de siyasi düzeyde başarısızlığa uğradı. Bugün gelinen noktada, “Türkiye’siz Gazze yönetimi” fikri sadece teorik bir söylem olarak kalmıştır. İsrail’in de bir çok konuda olduğu gibi ABD’yi ikna edemediği en önemli konu başlıklarından birisi de budur. Hamas’ın yalnız olmadığı geç anlaşılmıştır.
⸻
1. Gazze Sonrası Düzen Arayışı ve Türkiye Faktörü
Gazze’nin yeniden inşası ve güvenliğinin sağlanması sürecinde uluslararası aktörlerin farklı senaryoları bulunuyor.
ABD öncülüğünde hazırlanan “uluslararası stabilizasyon gücü” önerileri, BM nezdinde tartışmaya açılmış durumda.
Bu çerçevede kimin sahada olacağı, hangi ülkenin hangi rolü üstleneceği sorusu, diplomatik müzakerelerin merkezinde yer aldı.
Başlangıçta Washington’un amacı, Türkiye’yi bu denklemden askerî ve yönetimsel düzeyde dışlamak idi.
Ancak kısa sürede görüldü ki, Gazze’de insani erişim, lojistik koridorlar ve arabuluculuk kapasitesi bakımından Ankara’yı devre dışı bırakmak pratikte mümkün değil.
Türkiye’nin hem Mısır’la geliştirdiği yumuşak diplomasi, hem de Katar üzerinden Hamas’la doğrudan iletişimi, sahada vazgeçilmez bir ağ yarattı.
Dolayısıyla ABD’nin “tek kutuplu” çözüm modeli, bu çoklu diplomatik ağ karşısında işlememeye başladı. Artık şunu bir kere daha gördük ki; küçük bir şehir istilasında ve soykırımında dahi tek kutuplu dünya düzeni bir kere daha mağlup olmuştur.
⸻
2. Washington’un Hesapları: Dışlama Girişiminden Dahil Etmeye
2024–2025 döneminde Amerikan dış politikası çevrelerinde iki eğilim öne çıktı:
1. Kısıtlı dahil etme yaklaşımı:
Türkiye’nin insani yardım, sağlık ve altyapı desteği gibi alanlarda bulunmasını savunan pragmatik kanat. Bu yaklaşım, sahadaki meşruiyet ve operasyonel başarı için Ankara’nın katkısının zorunlu olduğunu vurguladı.
2. Tam dışlama yaklaşımı:
İsrail lobileri ve bazı Körfez merkezli güvenlik analistleri tarafından desteklenen bu görüş, Türkiye’nin “Hamas’a yakınlığı” gerekçesiyle sürece katılmaması gerektiğini savundu.
ABD yönetimi, bir süre ikinci görüşe yakın durdu.
Ancak hem uluslararası baskıların hem de sahadaki gerçeklerin ağırlığı, bu pozisyonu sürdürülemez hale getirdi.
Çünkü Türkiye’nin sahadaki varlığı fiilen başlamıştı: Gazze’ye yönelik insani yardımlar, İHH, Türk Kızılayı ve AFAD kanalıyla düzenli biçimde sürüyor; ayrıca Türk yetkililer Mısır ve Katar’la koordinasyon içinde ateşkes görüşmelerine katılıyor, STK’lar halkın tepkisini dinamik olarak yansıtmaya devam ediyordu.
Bu tablo, Washington’daki karar vericileri yeni bir gerçeğe götürdü:
“Türkiye olmadan Gazze’de kalıcı istikrar sağlamak mümkün değil.”
⸻
3. İsrail ve Körfez’in Çekinceleri: Jeopolitik Direnç Noktaları
İsrail, Türkiye’nin Gazze’de görünür bir rol oynamasına en sert karşı çıkan aktör oldu.
Tel Aviv yönetimi, Ankara’nın İslami siyasi hareketlerle tarihsel bağlarını gerekçe göstererek, Türk-Müslüman varlığının “güvenlik riski” oluşturacağını savundu.
Bu tutum, bazı Körfez ülkeleri tarafından da desteklendi; özellikle BAE ve Bahreyn gibi ülkeler, Türkiye’nin sahadaki nüfuzunun kendi bölgesel dengelerini bozacağından endişe etti.
Ancak bu itirazlar, uluslararası sistemin işleyişi içinde kalıcı bir sonuç üretmedi.
Zira ABD’nin bölge politikası, yalnızca İsrail’in güvenlik öncelikleriyle değil; bölgesel istikrar ve insani meşruiyet dengesiyle de tanımlanmak zorundaydı. İşte aslında bu ABD için hayati bir konuydu ve lobicilerin hükmüde bir yere kadar işledi.
Türkiye’nin hem halk nezdinde hem de İslam dünyasında sahip olduğu etki, Washington’un Türkiye’yi tamamen dışlama girişimini imaj kaybına dönüştürme riski taşıyordu.
Bu nedenle, ABD açısından en rasyonel yol, Türkiye’yi sürece dahil etmek ama etkisini sınırlandırmak olarak belirlendi.
4. ABD’nin Stratejik Gerçekliği: Çıkarma Değil, Sınırlı Dahil Etme
ABD’nin Türkiye’yi Gazze sürecinden tamamen çıkarması artık pratikte mümkün görünmüyor.
Bunun beş temel nedeni var:
1. Sahadaki fiilî varlık – Türkiye, insani yardım ve diplomatik temas kanallarıyla zaten orada.
2. Alternatifsizlik – Mısır, Katar, Ürdün ve AB aktörleri, Türkiye’nin yokluğunda koordinasyonun zayıflayacağını biliyor.
3. İslami kamuoyu dengesi – Türkiye, Müslüman dünyada yüksek sembolik meşruiyete sahip. Çünkü Osmanlı varlığını hep korudu. Anlaşılıyor ki yıkılmamış. Onu dışlamak, ABD’nin bölgesel imajına zarar verir.
4. Arabuluculuk yeteneği – Esir değişimi, ateşkes pazarlığı ve insani koridor konularında Türkiye, hem Batı hem de Hamas’la konuşabilen nadir aktörlerden biri.
5. Ekonomik ve lojistik kapasite – Gazze’nin yeniden inşası, büyük mühendislik ve altyapı yatırımı gerektiriyor. Türkiye’nin bu alandaki kapasitesi göz ardı edilemez.
Tüm bunlar, ABD’yi “dışlama stratejisinden sınırlı dahil etme politikasına” yöneltti.
Bu yeni politika, Türkiye’ye operasyonel alan değil ama meşru diplomatik statü tanıyor.
⸻
5. Türkiye’nin Diplomasisi: Sessiz, Ama Derin Bir Etki
Türkiye’nin Gazze denklemindeki başarısı, görünürlükten çok sessiz diplomasi ve çok taraflı manevra kapasitesinden kaynaklanıyor. Milli İstihbarat Teşkilatı burada baş aktör.
Ankara, doğrudan askeri varlık iddiasında bulunmadan; diplomatik, insani ve teknik roller üstlenerek etkinlik sağladı.
Bu yaklaşım, hem Batı’nın güvenlik kaygılarını yatıştırdı hem de Türkiye’nin bölgedeki imajını güçlendirdi.
Özellikle:
• AFAD ve Kızılay üzerinden yürütülen insani yardımlar, sahadaki en etkin destek mekanizması haline geldi.
• Dışişleri Bakanlığı’nın Mısır ve Katar diplomasileriyle kurduğu üçlü koordinasyon, ABD’nin de fiilen kabul ettiği bir çerçeve oluşturdu.
• Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylem gücü, İslam dünyasında halk desteğini konsolide ederken, Batı nezdinde Türkiye’nin “arabulucu devlet” profilini pekiştirdi.
⸻
6. Karşı Argümanlar: Dışlama Taleplerinin Dayanakları
Elbette tüm bu tabloya rağmen, bazı analistler Türkiye’nin rolünü “sorunlu” buluyor.
Bu eleştiriler üç ana noktada toplanıyor:
1. Güvenlik Riski:
Ankara’nın Hamas’la olan tarihsel iletişiminin, istihbarat düzeyinde risk oluşturabileceği savunuluyor.
Ancak bu eleştiriler, Türkiye’nin NATO üyesi olarak Batı güvenlik sistemine entegre olduğu gerçeğini göz ardı ediyor.
2. Meşruiyet Sorunu:
Türkiye’nin Filistin meselesinde “aşırı taraflı” olduğu iddiası dile getiriliyor.
Oysa Türkiye’nin söylemi, Filistin halkının insani haklarını savunmakla sınırlı; bu, uluslararası hukukun meşru zemininde kalıyor.
3. İsrail ile Gerilim Riski:
Türkiye’nin aktif katılımı, İsrail-Türkiye ilişkilerini daha da germekle suçlanıyor.
Ancak diplomatik pratiğe bakıldığında, en gergin dönemlerde dahi iki ülke arasında kriz yönetimi kanalları açık tutulmuştur.
⸻
7. Küresel Senaryolar: Türkiye’siz Çözüm Mümkün mü?
Senaryo 1: Koşullu Dahil Etme (En Olası)
ABD ve müttefikler, Türkiye’ye insani yardım ve altyapı desteğiyle sınırlı bir alan tanır.
Askerî veya güvenlik yönetimi başka aktörlerde kalır.
Bu, hem Washington hem Ankara için “denge politikası” işlevi görür.
Senaryo 2: Tam Dışlama (Gerçekçi Değil)
İsrail ve bazı Körfez baskılarıyla Türkiye tamamen dışlanmaya çalışılır.
Bu durumda sahadaki lojistik, diplomatik ve insani dengeler çöker.
ABD’nin bölgedeki meşruiyeti büyük yara alır.
Senaryo 3: Türkiye’nin Liderliği (İhtimal Düşük Ama Güçlü Etkili)
Uluslararası bir koalisyon Türkiye’nin liderliğinde şekillenir.
Bu, Ankara’ya büyük diplomatik prestij sağlar; ancak Washington bu senaryodan çekinir.
Yine de uzun vadede, Gazze’nin yeniden inşasında Türkiye’nin koordinatör ülke olması olasıdır.
⸻
8. Stratejik Değerlendirme: Türkiye-ABD İlişkilerinde Yeni Dönem
Gazze üzerinden gelişen bu diplomatik zorunluluk, Türkiye-ABD ilişkilerinde yeni bir sayfa açtı.
Ankara, artık yalnızca NATO üyesi bir müttefik değil; aynı zamanda bölgesel istikrarın zorunlu paydaşı olarak görülüyor.
Washington ise Türkiye’yi dışlamanın maliyetinin, onu dahil etmenin riskinden daha yüksek olduğunu fark etti.
Bu fark ediş, Amerika’nın Ortadoğu yaklaşımında stratejik revizyonun işareti:
• Artık tek taraflı baskı değil, çok taraflı uzlaşı zorunlu.
• Artık ideolojik değil, pragmatik diplomasi geçerli.
• Artık Türkiye’siz bir denklemin sürdürülebilirliği yok.
⸻
9. Sonuç: Jeopolitik Gerçeklik Kazandı
“Amerika Gazze’den Türkiye’yi çıkaramayacağını anladı” cümlesi, duygusal bir slogan değil; sahadaki jeopolitik gerçeğin özetidir. Görünenin aksine zafer abideliği çok yüksel değerde bir sonuçtur. Pozitif yansılamaları yüksek trentte izlenmeye devem edecektir.
ABD’nin Ortadoğu stratejisi uzun yıllar boyunca İsrail güvenliği merkezli, tek taraflı bir anlayışla yürütüldü.
Fakat Gazze krizi, bölgesel aktörlerin birbirine bağlılığını ve çok kutuplu diplomasi çağının başladığını gösterdi.
Bu yeni dönemde, Türkiye gibi hem Batı ittifakı içinde hem de İslam dünyasında etkili ülkeler olmadan hiçbir çözüm kalıcı olamaz.
Türkiye’nin diplomatik ağı, insani kapasitesi ve toplumsal meşruiyeti;
ABD’nin askeri ve finansal gücüyle birlikte ancak bir denge oluşturabilir.
Dolayısıyla bugün gelinen nokta şudur:
ABD artık Türkiye’yi Gazze’den çıkaramaz, çünkü Türkiye zaten oradadır — sadece harita üzerinde değil, diplomatik gerçeklik içinde bu böyledir.
İsrail, ABD tartından sürekli azarlanan ve hor görülen konumuna düşmüştür. ABD bölgesel öncelikte İsrail’i ikinci plana atmış, kendi menfi sürecini ayakta tutmaya çalışmaktadır.
Hamas büyük bir zafer nişanesi olmuş, Gazze halkı Önder Müslümanlar nasıl olunur bunu cümle aleme ispat etmiştir.
Ve Türkiye; Tarih yazan, düzen kuran ve bozan, denge içinde denge oluşturan, diplomasi, siyasi, askeri, istihbari ve insani tüm alanlarda nasıl bir yönetim ve organizasyon kabiliyetinde olduğunu herkese göstermiştir. Bu koşu durmaksızın fark atarak devam edecektir.
Dünya 5’ten büyüktür ve adil düzen eksenli yeni bir dünya kurmak mümkündür.
