Şenol Metin

Şenol Metin

Bu umut hayal kırıklığına dönüşmemeli!

Bu umut hayal kırıklığına dönüşmemeli!

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) tarafından yayınlanan Gıda Fiyat Endeksine göre, Küresel piyasalarda yaygın işlem gören gıda ürünlerinin uluslararası fiyatlarında dolar bazlı yıllık  % 27, Hububat Fiyat Endeksi yıllık % 23 arttı.  Yine FAO Şeker Fiyat Endeksi yıllık bazda yaklaşık % 40'ın üzerinde artış gösterdi. 

Avrupa’da Doğal gaz fiyatlarında yaşanan yükseliş 2021 sene başından bugüne yüzde 400’ü aşarken, elektrik fiyatları ise yüzde 250’nin üzerinde artış gösterdi. Doğal gaz fiyatları, ABD’de de yüzde 100’den fazla yükseldi. 2021 ocak ayında 50 Dolar olan petrolün varil fiyatı 80 doların üzerinde. Enerjisinin %90’ından fazlasını ithal eden Türkiye’nin enerji fiyatlarındaki yükselişin Türkiye ekonomisi üzerindeki etkisini ifade etmeme gerek yoktur, sanırım. Hükümet, özellikle doğal gazdaki artışı konutlara yansıtmamak için çaba gösterse de bunun sürdürülebilir olmadığı açık. Aynı şekilde eşel-mobil sistemi ile petroldeki fiyat artışlarını ÖTV’den karşılayarak pompa fiyatlarına sınırlı yansıtmaya çalışıyor. ÖTV’den karşılamanın bütçeye maliyetinin 40 milyar TL’yi aşacağı değerlendiriliyor. 2021 için bu politika sürdürülebilse de 2022’de bu düzeyde sürdürme imkanının olmadığı açık. Yani negatife inmiş ÖTV’nin 2022’den itibaren tekrar kısmen devreye alınması gerekecek ki bu, döviz kurlarındaki 20 Aralık pazartesi günü gerçekleşen % 40’a varan düşüşün pompa fiyatlarına aynı oranda yansımayacağı anlamına gelmektedir.

 

Yine hane halkı harcamalarında önemli bir kalem olan konut ve otomobil maliyetlerinde gösterge niteliği taşıyan demirin fiyatı bir yılda % 100’den fazla arttı, dolar bazında olduğunu söylememe gerek yok, herhalde. 2020 yılında demir cevher fiyatlarının 100 dolar bandından 200 dolar seviyesine, hurda fiyatlarının ise 200-300 dolar bandından 500 dolar seviyesinin üzerine yükseldi. Yassı demir ürünlerinin fiyatının 500-600 dolardan Avrupa'da 1200 dolara, ABD'de 1500 dolara çıktığı gerçeğinde;

Küresel bir enflasyon dalgası yaşadığımızı söyleyebiliriz.

Yine ABD Merkez Bankası bilanço büyüklüğü, 2010’larda 1 trilyon dolar bile değilken, pandemi başladığında 3 trilyon dolar civarında iken, şimdilerde 9 trilyon dolara yaklaşmıştır. Bu dolar bolluğunun da bir maliyet üreteceği açık.  

Gıda, enerji ve imalat sanayindeki küresel fiyat artışlarından sonra ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik konjuktüre dair de birkaç hususu belirtelim;

Pandemi başladığında 6.50 TL olan dolar kuru, eylül 2021’e kadar hafif yükseliş trendinde 8.00 TL olarak yatay seyir izlemiş, eylülden itibaren kasımın 2. haftasında 10.00 TL, 3. haftasında 13.50, aralık 2. hafta sonunda 17.00 TL ile zirveyi bulmuş, 20 Aralık pazartesi günü yapılan operasyon ile gün içinde 18.00 TL’den 12.50’ye düşmüş, bu satırları yazdığım sırada 11.00 TL civarında idi. Bu hareketliliğin ne kadarının reel, ne kadarının spekülatif olduğu tartışmalarına girmek istemiyorum ama sonuç itibarı ile;

Nisan 2020’den Kasım 2021’e 19 ay içinde % 55 artan döviz kuru, 1 ay içinde % 80’den fazla artmış, Nisan 2020’den Aralık 2021’e 20 ay içinde % 275 artış gerçekleştirmiştir. Ancak 20 Aralıkta yapılan operasyon ile % 40 gerilemiş 11.00 TL ile dengesini bulmuştur. 20 ay süren pandemi süresince döviz kurundaki artış % 70’e yaklaşmıştır.

Döviz kurunda her % 10’luk artışın enflasyona % 2’lik etki ettiği gerçeğinde döviz kurundaki artışın enflasyonun ezdiği sabit gelirlilere yarattığı tahribata dikkat çekmek isterim.

Pandemi sonrası tedarik zincirlerinde oluşan sorunlar, arz- talep dengesinin bozulması, küresel iklim değişikliği ve kuraklık sonrası gıda başta olmak üzere enerji ve imalat sanayindeki küresel enflasyonu Hükümet, sosyal devlet olmanın gereği sübvanse etmeye çalıştı. Ancak bu subvansiyonun kamu maliyesinde yarattığı yük karşılanamaz boyuta geldiği için bir kısmı fiyatlara yansıtıldı. Bu yansıtma, sabit gelirlilerde büyük bir psikolojik yıkım oluşturdu. Oluşan ekonomik, sosyal ve psikolojik maliyetin hiç olmazsa kısmen telafisi için Hükümetin, döviz kurlarındaki hareketliliği durdurması ve sabit gelirli kesimleri destekleyecek bir paketi uygulamaya koyması gerekiyordu.

Öncelikle sabit gelirlilerin en büyük ve en mağdur kesimi olan asgari ücrette beklentinin üstünde % 50’yi aşan oranda artış sağlandı. Eş zamanlı döviz kurlarındaki % 40’a varan gerileme ile küresel enflasyonun mağduru emekli, memur gibi sabit gelirli büyük kitlelerde bir umut oluşturuldu. Bu umut ekonominin hakim psikolojisine dönüştü.

Bu umut, değerlendirilmelidir, hayal kırıklığına dönüşmemelidir. Asgari ücretliler üzerinden başlayan mali destek paketi, diğer büyük sabit gelirli kitleler olan emekli ve memurlar ile devam ettirilmelidir. Memur-Sen’in hazırladığı Ek Protokol bu destek paketi için bir çerçeve olabilir.

Sosyal devlet olmanın gereği yürütülmesi zorunlu bu destek paketi;

Popülizm gibi, kamu maliyesi gerekleri gibi bürokratik dezenformasyona kurban edilmemelidir.

Ardından Yapısal Reform;

Bu reformun iki önceliği olmalıdır.

  1. Genç istihdamının desteklenmesi,
  2. İleri teknoloji üretiminde hayati rolü olan AR-GE için Yükseköğretim Reformu…             

Önceki ve Sonraki Yazılar
Şenol Metin Arşivi
SON YAZILAR