Prof. Dr. Hülya Küçük

Prof. Dr. Hülya Küçük

Gülün Kulağına Söylenenler Ve Casusluk San’ Atı (2)

Gülün Kulağına Söylenenler Ve Casusluk San’ Atı (2)

1. Burada en önemli bir nokta, sözünü ettiğimiz kitapların birer şiir kitabı oldukları ve tarih çalışmalarında kesinlikle belge teşkil etmeyecekleri hususudur. Bu kitaplarda anlatılan hikâyeleri, mecâz ve nükteleri, “burada şunu kastediyor, şurada isim vermese de şu kişiyi hicvediyor” gibi tespitlerine mesned yapmak, tarih kitaplarına değil,  olsa olsa “dedikodu gazetesi” köşelerine yakışan magazin haberleri veya spekülasyonlar olabilir. Nitekim bu şekilde referansları  “spekülatif, blimsel temellendirmelerden yoksun” olarak tanımlayan saygın tarihçiler vardır (bkz. Ocak, 1996: 176-177).

Mevlânâ’yı eleştiren birçok tarihçi, eserlerinde sık sık yukarıda bahsettiğimiz “usûl”süzlüğe düşerler. Onlara göre, meselâ, Mesnevî’de bahsedilen şişman ve köse debbâğ/derici, mutlaka Ahî Evran’dir. Çünkü Ahî Evran da şişman ve köse idi. Burada adını vermemiştir. Onlara göre bazen de doğrudan isim vererek bir kişiden bahsedebilir: “Şeyh Sadreddin” diyorsa, Sadreddîn Konevî’den; Nasīruddîn” diyorsa Nâsıruddîn Tûsî’den  bahsediyordur.  Hatta, Mesnevî’sini şahsî düşmanlıklarını dile getirmek ve onları yenmek için yazmış, bunu Mesnevî’sinin son cildinin ilk yarısındaki ‘Mesnevî tamam oldu, düşmanlar yenildi’ meâlinde beyitlerle belirtmiştir. Üstelik burada, düşman olarak kendi düşmanını kastettiğine tek bir delil ve ipucu da yoktur. Nefis tezkiyesinden söz ettiğine göre, neden “nefs ve şeytan” olmasın? Veya biz de kendileri gibi spekülatif konuşursak, neden Moğollar gibi millet düşmanları kastedilmesin? 

Şimdi soruyoruz: Mevlânâ,  kitaplarını/ şiirlerini, şahsî düşmanlarını elemine etmek/yenmek için yazmışsa, neden çoğu durumda isim vermemiştir? Yahut da: Açıkça isim verdiyse, o dönemdeki ve sonraki insanlar bu kitabın, insanlara yüce ilâhî gerçekleri anlatmak ve dikkatlerini onlara çekmek için yazmadığını anlamayacak kadar ahmak mı idiler de onunla birlikte sırf bu kişilere düşmanlık için bu şiirleri okuyageldiler? Bu, çok anlamsız bir argüman değil midir?  Artık, konuyla yakından ve şuurlu bir şekilde ilgilenen herkes bilmektedir ki bir vahdet dükkânı olan Mesnevî’de herkes kendini buluyor: Sanatçıya da âlime de sokaktaki sıradan insana da bir şeyler söylüyor Mesnevî. Nahivci hikâyesi de onda, halayık hikâyesi de…

Mevlânâ’nın tasavvuf anlayışına, üslûbu açısından bakarsak, diyebiliriz ki Mevlânâ’nın yüzü halka, halkın yüzüyse zühre yıldızına dönüktü. Vâsıtasıyla dünyanın her tarafına âvâzını duyurduğu Mesnevî, şiir ve semâʻını şekillendirmesi, ilâhî sırlara karşı “zevk ehli ve zühre-cebîn/zühre gibi parlak yüzlü olan Rum/Anadolu halkı”nın ilâhî sırlara ilgisini uyandırmak içindi (Eflâkî, 1980: 207-208 ve 1986: 193). Risâle-i Sipehsâlâr’daki “Dostlar bıkmasınlar diye şiir söylüyorum ki onunla meşgul olsunlar. Şiir söylemeyi ne kadar terkediyorsam, onlar arayarak bana tekrar şiir söyletiyorlar.” (Sipehsâlâr, 1977: 74)) sözleri de aynı meyândadır. İnsanlara anlatma ve eğitmek için, anladıkları dil ve tarzda yazmak gerekir. O, söylediklerinin akılda kalmasını sağlamak için sadece şiirle kalmayıp, şiirin içine de hikâye yerleştirmiştir.

 Mesnevî, içerdiği hikâyeler hakkında gayet açık konuşur:

“Allah’ı tenzih ederim ki bu hikâye değildir….. Bizim ve senin nakd-i hâlimizdir/hâlimizin eleştirisidir; iyi bak” (Mevlânâ 1993: 40b; Konuk 2004: 279).

“Biz niçin kendimizi söze daldırmışız? Hikâyeden biz hikâye olmuşuz” ve iş yapacak kişinin önünde bu hikâye değildir; hâlin anlatılması ve “yâr-ı ğâr”ın/mağaradaki arkadaşın [Hz. Peygamber’in a.s.] huzurudur.” der  (Mevlânâ 1993: 115a; Konuk 2005:  306-307). Ama bunlar tarihî birer vasika olmaktan çok uzak, eğiticilik gayesine mâtuf olağan olaylar üzerinedir.  Ayrıca “nakd-i hâlimizdir/hâlimizin eleştirisidir” derken kesinlikle kendisini kastetmez. Nitekim “Ey dostlar! Bu hikâyeyi dinleyiniz. Hakîkatte o, bizim nakd-i hâlimizdir” (Mevlânâ 1993: 9b) dedikten sonra, padişahla câriye hikâyesini anlatır. Bu olayın  onun hayatında geçtiğine dair tek bir ipucu bulamazsınız ve dolayısıyla “Mesnevî’yi kendi şahsî düşmanlarını alt etmek için yazmıştı” diyemezsiniz.

DEVAM EDECEK…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Hülya Küçük Arşivi
SON YAZILAR