Osman Uzunkaya

Osman Uzunkaya

Hafız İsmail (40)

Hafız İsmail (40)

Harman yerindeki işlerini bitiren köylüler evlerine dönmeye başlamışlardı. Artık köydeki sessizlik sona ermiş, kapı önleri şenlenmişti. Şimdi her yer çocuk sesleriyle kuş cıvıltılarının armonisine teslim olmuş gibiydi. Kadınlar esaslı bir ev temizliğine girişmişlerdi. Halılar komşuların yardımıyla çırpılıyor, dip bucak neresi varsa elden geçiriliyordu. Yalnız avlu içleri ile kapı önlerinin temizliği pek kolay olmuyordu. Çünkü arada bir esen rüzgâr bu yerlerin yeniden ot, çöp, fasal gibi maddelerle dolmasına neden oluyordu. Zamanlı zamansız esen rüzgârlar adeta sonbaharın yaklaşmakta olduğunu haber veriyordu. Her yıl bu bölge de, kuvvetli “Lodos” Rüzgârları eser, ardından da yağmurlar arzı endam ederdi.  Köy yerinde hava bozmadan önce yapılacak yığınla iş vardı. Bu yüzden hummalı bir çalışma başlamıştı. Harman yerinden getirilen buğdaylar yeni yerlerine taşınıyor,  samanlar ahırların bir köşesine istif ediliyordu. At arabaları ve pulluk gibi gereçlerin bakımları yapılıyor, genellikle kapı önlerinde ve avluların bir tarafında bulunan tezeklerin üzeri naylon örtülerle örtülüyordu. Kurutmalık sebzeler asılı oldukları iplerden, meyveler ise sergilerinden özenle toplanıp kuru torbalarına konuluyordu. Ev ve ahır damları gözden geçiriliyor, lüzumlu olan onarımlar yapılıyordu. Bahçesi ve ağılı olan köylülerin hepten iki ayağı bir pabuca girmişti bile. Köyde bu işlerle uğraşırken, meyvenin dayanılmaz ağırlığına direnemeyip; “Ne olur bizi şu meyvelerden kurtarın.”Diye feryat eden ağaç dallarının imdadına yetişilecekti. Diğer taraftan koyunların kuzulama zamanı da gelip çatmıştı. Ağıldaki çobana yardım gerekliydi. İkişer, üçer doğuran koyunların doğumu yaptırılacak, kuzuların o güzel sesiyle yüzler gülecek, moraller düzelecekti. İşten güçten başını alamayan köylüler,  ekim zamanının gelmesiyle yeni bir telaşa kapılmışlardı. Tahılları toprakla buluşturmak zahmetli olduğu kadar keyif vericiydi. Kara sabanla sürülen toprağın bağrına tahıllar saçılacak, sonra da yağmur beklenecekti.  “Yağmur ver Allah’ım!” Diye dualar edilecek, dilekler dilenecekti. Yağmur zahmeti bala çeviren bir rahmet kaynağıydı. Yağmur damlalarının dokunduğu her nesne muazzam bir dönüşüme tabi olur, tıpkı toprağın bağrındaki tahıl gibi filiz vererek yeryüzünü selamlardı. Bu selamı alan köylüler gönül rahatlığına erer, köşelerin de buğday başaklarının büyüyüp serpildiğini hayal ederek huzur bulurlardı.

                Huzura erenlerden biri de hafız İsmail’di. Bakkal Faruk’un eline tutuşturduğu pusulayı dikkatlice okudu. Pusulada; “Kamil ağabey; gelen köyümüzün imamıdır. Buğdayını iyi fiyata alırsan memnun olurum.” Diye yazıyordu. Pusulayı katlayıp ceketinin iç cebine dikkatlice yerleştirdi. Henüz birkaç dakika geçmişti ki, elini cebine atıp pusulanın orada durup durmadığını kontrol etti. Pusula yerinde duruyordu.

                Sabah erkenden muhtar Recep ağa’nın kapısına dayandı. Kapı sesini duyan Recep ağa kapıyı açtı. Karşısında hafız İsmail’i görünce onu içeri davet etti. Hafız İsmail; “Girmeyeyim Recep ağa, sağ ol!” Diyerek daveti geri çevirdi. Ardından; “Recep ağa sana bir işim düştü. Senin traktörle benim buğdayları şehre götürüp satsak diyorum. Ne dersin?” Dedi. Recep ağa hafız İsmail’i çok sever, onun “Bir dediğini iki etmezdi” Eliyle hafız İsmail’in omzuna birkaç kez dokunup;   “Olur hafızım. Sana can feda.” Diye cevap verdi. Hafız İsmail günler öncesinden hazırlığını yapmıştı. Buğdayın traktör römorkuna yüklenmesi için komşusu köse Mahmut ile hademe İhsan’a haber vermek üzere yola koyuldu. İçinde emsalsiz bir sevinç vardı. Adımlarını atarken kendi kendine; “Bugün büyük gün” Diye mırıldandı.    (devam edecek)

                Sağlıcakla kalınız..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Osman Uzunkaya Arşivi
SON YAZILAR