Osman Uzunkaya

Osman Uzunkaya

Hafız İsmail (60)

Hafız İsmail (60)

                Hafız İsmail’in hali hazırda görev yaptığı köy ile yeni anlaştığı köyün arası pekte uzak sayılmazdı. Bu köylerin yakınında birkaç köy daha bulunmaktaydı. Köyleri bir birlerine bağlayan; dar ve engebeli, eğri büğrü birçok toprak yolun dışında, araziyi orta yerinden ikiye bölen geniş bir asfalt yol geçmekteydi. Bu yol köylerin can damarı gibiydi. Çünkü onları şehre bağlıyordu. Köyler, bu yolun iki yakasında ve birbirlerine yakın sayılabilecek uzaklıkta adeta fermuar dişlileri gibi dizilmişlerdi. Uçsuz bucaksız ovayı yarım hilal biçiminde çevreleyen ve çıplak gözle bakıldığında hemen varılacakmış gibi görünen sıra dağlar bu bölgeyi iki ayrı coğrafya’ya ayırmıştı. Dağlık alanların bulunduğu bölgede tabiat çok daha cömertti. Her yer dağ, taş, orman ve makilik alanlarla kaplıydı. Su boldu, arazi verimliydi lakin ekilip dikilecek alan bir o kadar kıttı. Bu bölgede beş veya on dönüm tarlası olanlara zengin gözüyle bakılırdı. Buradakilerin çoğunluğu bir dönümün dörtte birine eşit olan ve adına “evlek” denen birkaç parça araziyi ekip dikerek hayatını sürdürmek zorundaydı. Birçok insan geçim darlığı yüzünden köyünden ayrılıp,  gurbet ellerinde ekmeğinin peşine düşerdi. Ancak ova bölgesi çok farklıydı. Burada adeta yer gök dümdüz araziydi. Kıraç arazilerin üzerinde yağmur suyuyla büyüyen ekinler her yıl;“altın başak”larıyla sahibini paraya boğardı. Yirmi, otuz dönüm toprağa sahip olan insan sayısı parmakla gösterilecek kadar azken, yüz dönüm ve üzerinde toprağa sahip olanların sayısı hayli fazlaydı. Ova bölgesinde yaşayanlar dağ bölgesinin insanına göre daha rahat bir hayat sürmekteydi. Geçim kaygıları olmadığı için, okuyup bir meslek edinmelerine gerek yoktu. Zaten işleri başlarından aşkındı. Onların yardımına koşacak dağ bölgesinin insanları ne güne duruyordu? Kendilerinin emeğe, onlarında paraya ihtiyaçları vardı.

                Çağla köyü muhtarı kara Mustafa, hafız İsmail’i bütün ısrarlarına rağmen kendi evinde misafir etti. Sabah erkenden kahvaltıyı hazırlatan kara Mustafa, hafız İsmail’in yattığı odanın kapısını yavaşça vurup; “hafız efendi” Diye seslendi. Çoktan uyanmış olan hafız İsmail; “Geliyorum” diye cevap verdi.  Muhtarla beraber alt kattaki geniş odaya geçtiler. Muhtar kara Mustafa’nın hazırlattığı kahvaltı sofrasına otururken bir ara gözü kolundaki saate takıldı. İçinden, eyvah! Saat dokuz olmuş, geciktim diye mırıldandı. Onun saate baktığını gören muhtar kara Mustafa;  “Meraklanma hafız efendi, ben seni kendi ellerimle evine götüreceğim.” Dedi. Ben giderim Muhtarım sen zahmet etme diyen hafız İsmail’e; “olmaz öyle şey!” Diye çıkışan muhtar, aceleyle odadan çıkıp gitti. Az sonra gelerek; “Şimdi gidebiliriz.” Diye söylendi. Birlikte traktöre binip yola koyuldular. Hafız İsmail’in içi pek rahat değildi. Önce Recep ağayla konuşsaydım keşke diye düşündü. Çağla köyüyle anlaştığından ne hanımın, ne muhtar Recep ağanın ne de köylülerin haberi vardı. İçinden nasılsa ben köye varınca haberleri olacak diye geçirdi. Sonrada kendi kendine davul zurnayla mı ilan edecektim diye mırıldandı. (devam edecek)

                Sağlıcakla kalınız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Osman Uzunkaya Arşivi
SON YAZILAR