Osman Uzunkaya

Osman Uzunkaya

Rıza Ağabey

Rıza Ağabey

                 Her hafta sonu Rıza ağabey’in bitpazarındaki terzi dükkânına mutlaka uğrardım. Beni gördüğünde yüzü aydınlanır, yanaklarına kocaman bir gülücük oluşurdu. Sanki uzun zamandır görüşmemişiz gibi boynuma sarılır, “Hoş geldin!” Diyerek mavi renkli ahşap sandalyesini elime tutuştururdu.  Onunla ilk önce haftanın kritiğini yapar, sonra da spor’dan tutunuzda tarihi olaylara kadar her konuda kelâm keserdik. Genellikle sohbetin dizginini ona teslim eder ondan; ”gün görmemiş” sözlerden örülü yaşanmışlıkları dinlemeye bayılırdım. Boş konuşmaz, sözlerini tartıp biçmeden sarf etmezdi. Ondaki felsefi derinlik, dini ve tarihi birikim değme insanlarda yoktu. Onu hayranlıkla dinlerken cehaletimi fark edip üzülürdüm. İçimden sen misin okumuş adam, yoksa Rıza ağabey mi? Diye sorardım. Kibarlığı, yardımseverliliği, komşularına ve müşterilerine karşı hoşgörülü davranışı onun; “Ağır ağabey” olmasına yetmiş artmıştı bile.

                O hafta sonunda dairedeki işlerimin yoğunluğu sebebiyle fazla mesaiye kalmış, Rıza ağabey’e uğrayamamıştım. Bir sonraki hafta sonunun da çarşıya iner inmez Rıza ağabey’in dükkânına koştum. Onu dükkân’da göremeyince kalfasına; “Ağabeyim yok mu?” Diye sordum. Kalfası güler yüzlü bir tavırla; “Hoş geldin! Cemil ağabey” Diyerek tıpkı ustası gibi sandalye’yi gösterip oturmamı istedi. Sonrada;” Ustamın selamı var! Cemil ağabey’in gelirse sakın bırakma!” Diye tembih etti dedi. Aradan çokta zaman geçmemişti.  Dükkânı aydınlatan yüzü karşımda beliriverdi. Oturduğum yerden ayağa kalkmak için yeltendim ama o müsaade etmedi. İri elleriyle omzumdan kavrayıp; “Hoş geldin cancağızım. Lütfen rahatsız olma!” Dedi. Eline aldığı çaydanlığı tek gözlü ocağın üzerine koyup ocağı yaktı. Ardından; ”Bu ateş var ya!”Diye söylendi. Bir müddet gözlerini yüzümde gezdirdikten sonra anlatmaya başladı: “Bir zamanlar fakir bir talebe rüyasında gördüğü padişahın kızına sevdalanmış. Padişahın kızını görebilmek için her gün saray’ın etrafında dolaşır olmuş. Bir gün rüyasında gördüğü o ay parçası gibi güzel kız karşısına dikilivermiş. Tüm cesaretini toplayıp ona; “Meğer sen rüyamda gördüğüm kızdan çok daha güzelmişsin.” Demiş. Oysa kızda bu delikanlıyı rüyasında görmüşmüş. Bir şey demeden delikanlının yanından uzaklaşmış. Ama delikanlı onun yoluna çıkmaya devam etmiş. Bir zaman sonra kız olup bitenleri annesine anlatmış. Olay padişahın kulağına kadar gitmiş. Padişah; “Kim bu benim kızımı almaya cüret eden fani.”Diye kükremiş. Kızının da gönlünün delikanlı da olduğunu öğrenince damat adayını sınava tabi tutmaya karar vermiş. Vezirini yanına çağırıp planı anlatmış. Saraya yakın mesafede eski evlerden birine padişahın kızını yerleştirmişler. Delikanlı kızın kaldığı evin önünden geçerken bir çığlıkla karşılaşmış. Hemen avluya koşmuş. Karşısında eli yüzü kapalı bir kız görmüş. Ona ne olduğunu sormuş. Kız da, ne annem ne de babam var. Çok korkuyorum. Ne olur bu gecelik beni korur musun? Demiş. Delikanlı pek oralı olmasa da, kız yalvarmış ve onu ikna etmiş. Ev tek odalı ve odada bir yatak varmış. Kıza;” Sen önce Allah’a, sonra bana emanetsin. Korkma!” Diyerek uyuması için yatağı işaret etmiş.  Kız yatar gibi yapıp bir taraftan da delikanlıyı izliyormuş. Delikanlı gecenin bir vakti azgınlaşan nefsini frenleye bilmek için elini iki de bir gaz lambasının alevine tutuyor,   kendi kendine; “Bu küçücük aleve dayanamıyorsun. Acep cehennem ateşine nasıl dayanacaksın? Diye soruyormuş. Sabah olup ortalık aydınlanınca kız peçesini kaldırıp yüzünü delikanlıya göstermiş. Delikanlı sevdiği kızı karşısında görünce hayli şaşırmış. Kız delikanlıya gece boyunca elini gaz lambasına niçin tutup çektiğini sormuş. O da;”cehennem ateşini hatırlayarak nefsimi zapt ettim.”Demiş. Delikanlının yaptıklarından etkilenen padişah ona kızını vermeye razı olmuş.”

                Hikâye’yi anlattıktan sonra çaydanlığı ocağın üstünden kaldıran Rıza ağabey; sünen aleve dikkatlice baktı. Sonra da bana; ”Ya hikâyedeki delikanlı gibi nefsimizi yenmeyi başarıp muradımıza ereceğiz. Ya da azaba çekileceğiz.”Dedi. Vakit geç olmuş, hava kararmaya yüz tutmuştu. Rıza ağabey’e teşekkür edip müsaade istedim. Bu güzel hisseyi zihin heybeme yerleştirmiş olmanın mutluluğuyla oradan ayrıldım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Osman Uzunkaya Arşivi
SON YAZILAR