Tarımda %12,7’lik küçülmenin perde arkası
“Tarımın Gerçek Karnesi”
Son dönemde açıklanan büyüme verileri üzerinden “tarım bitiyor” şeklinde bir algı oluşturulmaya çalışılıyor. Oysa tarım; bir çeyreklik verilerle hüküm verilecek, günlük siyasi söylemlere konu edilecek bir alan değildir.
Tarım sektörü; iklim şartlarına, doğa olaylarına ve mevsimsel etkilere doğrudan bağlıdır. Kuraklık, don ve aşırı hava olaylarının yaşandığı yıllarda üretimde geçici düşüşler görülmesi; tarımın bittiğini değil, tarımın doğasının böyle olduğunu gösterir. Nitekim geçmişte ekonominin küçüldüğü dönemlerde tarımın büyüdüğü, ekonominin hızlı büyüdüğü yıllarda ise tarımın daraldığı birçok örnek vardır.
2025 yılında yaşanan geniş çaplı don olayları ve kuraklık, özellikle meyve üretiminde ciddi kayıplara yol açmıştır. Bu durum, tarımsal büyüme rakamlarına yansımıştır. Ancak bu tablo, Türkiye’nin gıda arzında bir kriz yaşadığı ya da tarımsal üretimin sürdürülemez hâle geldiği anlamına gelmemektedir.
Asıl mesele, bu verilerden panik üretmek değil; iklim risklerini dikkate alan, tarımı daha dirençli ve planlı hâle getirecek politikaları hayata geçirmektir. Tarım bitmiyor; iklim çağında tarımın kuralları değişiyor. Türkiye de bu değişime göre tarımını yeniden yapılandırmaktadır.
Tarım Verilerini Nasıl Okumalıyız?
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Temmuz–Ağustos–Eylül aylarını kapsayan 2025 yılı üçüncü çeyrek büyüme rakamlarını açıkladı. Buna göre Türkiye ekonomisi üçüncü çeyrekte yüzde 3,7 oranında büyürken, tarım sektörü yüzde 12,7 oranında daraldı. Tarım dışındaki tüm sektörlerin büyüme kaydettiği bir dönemde tarımdaki bu küçülme, doğal olarak kamuoyunda tartışmalara yol açtı.
Bu tür gelişmeleri nasıl okumak lazım? Tarım, sadece bir çeyrekteki büyüme ya da küçülmeyle tarif edilecek, yorum yapılacak bir alan değildir. Verileri değerlendirirken tarımı, bir çeyrek ya da bir yılın rakamlarına indirgemek sağlıklı bir yaklaşım değildir. Tarım sektörü, doğası gereği kısa vadeli dalgalanmalara açık, iklim ve doğa şartlarına son derece bağımlı bir alandır. Bu nedenle tarımdaki büyüme veya küçülme, genel ekonomik gidişatla her zaman paralellik göstermez.
Nitekim geçmiş yıllar bu duruma açık örnekler sunmaktadır. 2008 yılında Türkiye ekonomisi yüzde 6,2 oranında küçülürken tarım sektörü yüzde 4,6 büyümüştür. 2020 yılında, pandeminin etkisiyle ekonomi ikinci çeyrekte yüzde 9,9 daralırken tarım sektörü yüzde 4 oranında büyüme kaydetmiştir. 2021 yılında ise ekonomi yüzde 11,4 büyürken tarım sektörü yüzde 3 oranında küçülmüştür. Bu veriler, tarımın kendi iç dinamikleriyle değerlendirilmesi gereken özel bir sektör olduğunu açıkça göstermektedir.
Son üç yılın ikisinde tarım sektöründe negatif büyüme görülmesi, tek başına yapısal bir çöküşe işaret etmemektedir. Özellikle son beş yıldır etkisini giderek artıran kuraklık, iklim değişikliği ve aşırı hava olayları, tarımsal üretimi doğrudan etkilemektedir. 2023 yılında ekonomi yüzde 4,5 büyürken tarım sektörünün yüzde 0,2 oranında küçülmesi de bu çerçevede okunmalıdır.
Bu yüzde 12,7’lik küçülme iki şeyi ortaya çıkardı:
1. Demek ki devletin verdiği rakamlar doğruymuş.
2. İklim krizini dikkate almamız lazım.
Türk ekonomisi büyürken veya tarım büyürken TÜİK rakamlarına itiraz edenler, "Bu rakamlar şişme, gerçek değil" deyip halka güvensizlik verenler; son çeyrekte tarımın yüzde 12,7 küçülmesinde bir anda TÜİK rakamlarına inandılar. E, şimdi de desenize "TÜİK’in rakamlarına güvenilmez" diye! Yok, işlerine nasıl geliyorsa öyle davranıyorlar. Demek ki bundan sonra devletin verdiği rakamlara, TÜİK’in rakamlarına itibar edeceğiz.
Tarımın kendi özel yapısına bakmadan, bir çeyrekte negatif seyretmesiyle "Tarım bitti, köylü perişan, stoklarımız boşaldı, silolarımız tükendi, yandık, bittik, mahvolduk" dememek lazım. Bu düşüş çok önemli bir işaret. Önemli olan bu işaretten alınması gereken dersleri çıkarmak, felaket tellallığı yapmak değil. Büyüme dönemlerinde TÜİK verilerini tartışmaya açan, ancak olumsuz rakamlar açıklandığında aynı verileri mutlak doğru kabul eden yaklaşımlar sağlıklı değildir. Devletin resmî istatistik kurumunun yayımladığı veriler, bütüncül bir bakışla ve tutarlılık içinde değerlendirilmelidir.
2025 yılının Şubat ve Nisan aylarında, Türkiye genelinde 35 ili kapsayan ciddi bir don olayı yaşanmıştır. Bu afet, başta meyve üretimi olmak üzere bitkisel üretimde önemli kayıplara yol açmıştır. Bitkisel üretimin yaklaşık yüzde 40’ını oluşturan meyve grubunda bazı bölgelerde hiç ürün alınamamış, birçok üründe ise ciddi verim düşüşleri yaşanmıştır. Bu ölçekte bir kaybın, tarımsal büyüme rakamlarına yansımaması düşünülemez.
Bitkisel üretimin diğer önemli bölümünü oluşturan tahıllar, baklagiller, yem bitkileri ve endüstriyel bitkilerde de kuraklık kaynaklı ciddi verim kayıpları meydana gelmiştir. Bunun yanı sıra, sert çekirdekli meyvelerde yaşanan don zararları ve özellikle fındık üretiminde görülen kokarca zararlısının etkisi, yüksek katma değerli ürünlerde belirgin düşüşlere neden olmuştur. Bu ürünler, tarımsal hasılanın önemli bir kısmını oluşturduğundan, yaşanan kayıplar büyüme oranlarını doğrudan etkilemiştir.
Bu noktada ortaya çıkan yüzde 12,7’lik küçülme, tarımın bittiğini ya da ülkenin gıda güvenliğinin tehlikeye girdiğini göstermemektedir. Aksine bu veri, iklim risklerinin artık göz ardı edilemeyecek boyutlara ulaştığını ve tarım politikalarının bu gerçeklik üzerinden yeniden ele alınması gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Tarımsal Verilerde Genel Tablo
Genel tarım rakamlarına baktığımız zaman tarımda iyi bir noktaya gelindiği görülmektedir. Örneğin; cari fiyatlarla 2002 yılında 24,5 milyar dolar olan tarımsal GSYH, 2024 yılında %202 artışla 74 milyar dolara yükseldi.
Tarımda net bir şekilde ihracatçı konumdayız, dışa bağlı değiliz. 2020 yılında 20,7 milyar dolar olan ihracatımız, 2024 yılı itibarıyla 32,6 milyar dolar olmuştur. 2024 yılında 10,8 milyar dolar dış ticaret fazlası verilmiştir. Bitkisel üretimimizde son 22 yılda %40 artış yaşanmıştır. 2002 yılında 98 milyon ton olan bitkisel üretim, 2024 yılında 136,8 milyon tona ulaşmıştır. Bu sene yukarıda saydığımız gerekçelerden dolayı üretimin 126 milyon ton olacağı tahmin edilmektedir.
Türkiye birçok üründe kendine yeten bir ülkedir. Bazı bitkisel ürünlerde yeterlilik oranları şöyledir:
Buğday (durum): %229,Şeker Pancarı: %100,Patates: %102,Nohut: %115,Kuru Soğan: %110,5,Fındık: %574,İncir: %332,Kayısı: %379
Bakla (taze), bezelye (taze), biber, domates, havuç, hıyar, sarımsak, taze fasulye, lahana, kavun, karpuz, patlıcan, pırasa, limon, mandalina, portakal, altıntop, çilek, dut, nar, kestane, Antep fıstığı, üzüm, elma, armut, ayva, şeftali, erik ve kiraz gibi pek çok üründe de yeterlilik oranları %100’ün üzerindedir. Ayrıca ülkemiz; fındık, kiraz, ayva, incir, keçiboynuzu ve kayısı üretiminde dünyada birinci sıradadır.
Hayvansal ürünlerde de yeterlilik oranlarımız oldukça yüksektir: Süt %135, tavuk eti %113, yumurta %114, bal %110. Bu ürünlerde fazlamız vardır ve ihracat yapmaktayız. Sadece kırmızı ette %90 oranında kendimize yetiyoruz. 2002’lerde 500 bin ton olan kırmızı et tüketimimiz 2,5 milyon tona yaklaşmış durumdadır. Genel olarak baktığımızda 2002-2025 (Haziran) döneminde hayvan sayısında önemli artışlar olmuştur:
• Büyükbaş hayvan sayısı: 2002'de 9,9 milyon iken Haziran 2025'te %73,7 artışla 17,2 milyona ulaşmıştır.
• Küçükbaş hayvan sayısı: 2002'de 31,9 milyon iken Haziran 2025'te %82,4 artışla 58,2 milyona ulaşmıştır.
• Kanatlı hayvan sayısı: 2002'de 251 milyon iken 2025'te 384,1 milyona çıkmıştır.
• Arı kovanı sayısı: 2002'de 4,2 milyon iken 2025'te 9 milyona çıkmıştır.
Türkiye, su ürünleri dış ticaretinde de net ihracatçı bir ülkedir. 2024 yılında 1,73 milyar dolar dış ticaret fazlası verilmiştir. Son 5 yılda ihracatta %100 artış sağlanmış; 2024 yılında su ürünlerinde 2 milyar dolarlık ihracat yapılmıştır.
Buğday ve Tohum Üretimi
Buğdayda, Dahilde İşleme Rejimi (DİR) kapsamında ihracat bazlı ithalat yapıyoruz. Aldığımız buğdayı un, makarna ve irmik olarak ihraç ediyoruz. Türkiye’nin en az verim aldığı yıl bile 18 milyon ton buğdayı olmaktadır; bizim ihtiyacımız ise 16 milyon tondur. Her hâlükarda buğday konusunda kendine yeten bir ülkeyiz. Ancak un vb. ürünleri ihraç ettiğimiz için dışarıdan buğday almak durumunda kalıyoruz. Buğday unu ihracatında ülkemiz, 2002 yılında dünyada 11’inci sırada iken 2005 yılından beri dünyada 1’inci sırada yer almaktadır.
2002 – 2025 (Ekim sonu) yılları arasında mamul maddenin buğday karşılığı dâhil 109,8 milyon ton ithalat yapılmışken, 121,5 milyon ton ihracat yapılmıştır. Değerde 20,5 milyar dolar, miktarda ise 11,7 milyon ton dış ticaret fazlamız vardır.
Türkiye, tohum üreten ve ihraç eden bir ülke hâline gelmiştir. Hâlihazırda 103 ülkeye tohum ihracatı yapmaktayız. Tohum dış ticaretinde ihracatın ithalatı karşılama oranı, 2000'li yıllarda %30'lar civarında iken 2024 yılında %117 olmuştur.
Tohumluk üretimimiz son yirmi yılda 10 katına çıkmıştır. 2002'de toplam 145 bin ton tohum üretimi varken 2024'te bu rakam 1,3 milyon tona; ihracatımız ise 17 milyon dolardan 338 milyon dolara yükselmiştir.
Sadece tohum değil, fide-fidan konusunda da önemli adımlar atılmıştır. 2002 yılında 4 milyon adet olan sertifikalı fide/fidan üretimi, 2024 yılında yaklaşık 46 katına çıkarak 186 milyon adede yükselmiştir.
Son 22 yılda orman alanımızı 2,6 milyon hektar artırmış 2002'de 20,76 milyon hektar olan orman alanlarımız, 2024 itibarıyla 23,40 milyon hektara çıkmıştır.
Felaket Tellallığı Yapmak Yerine Ders Çıkarma Zamanı
Sonuç olarak tarımdaki bu daralma; panik ve karamsarlık üretmek yerine, alınması gereken dersleri görmemizi sağlayan önemli bir göstergedir. Asıl mesele; iklim değişikliği, doğal afetler ve verimlilik sorunları karşısında tarımı daha dirençli hâle getirecek uzun vadeli politikaları hayata geçirmek ve bu süreci soğukkanlı bir şekilde yönetebilmektir.
