Uluslararası Politikaların Etkinliği
1960’lı yıllarda reel ve 1980’li yıllarda finansal sektörde küreselleşme olgusunun hemen dünyaya yayılmasıyla birlikte, ülkelerin gündemlerini benzer konular meşgul etmeye başladı. Özellikle gelişmiş veya gelişme yolundaki ülkeler ayrımından bağımsız olarak küresel ekonomi pastasından daha fazla pay alan ülkelerin ekonomilerinde meydana gelen olumlu veya olumsuz gelişmeler, neredeyse diğer kalan ülkelerin tamamını etkilemektedir. Çünkü ülkeler reel ve finansal alanlarda adeta ahtapotun kolları misali, birbiriyle kenetlenmiş durumdadır. Özellikle havayolu taşımacılığının hızla gelişmesi ve göreceli olarak ucuzlaması nedeniyle iş insanlarının çok kısa süreler içinde dünyanın her tarafına ulaşıp iş bağlantıları yapmaları kara, hava, deniz ve tren yolu taşımacılığının gelişmesiyle de birleşince, dünyanın en uç noktalarındaki insanların bile her türlü maddi varlıklara, kolayca ve hızla sahip olma fırsatını doğurdu. Hammadde, ara mal ve malların sirkülasyonundan adeta ışık hızı katında, internet aracılığıyla milyarlarca dolarlık finansal enstrümanların, saniyeler içinde ülkelerin menkul kıymet borsalarında alınıp satılabildiği bir dönemden geçmekteyiz.
XXI. yüzyılın ilk çeyreğini bitirmek üzere iken hükümetlerin artık; iktisadi, siyasi, askeri ve sosyal dışsal faktörleri dikkate almadan ekonomi politikalarını uygulamaya koymaları imkânsız hale gelmiştir. Atılan bir taşın havuzda meydana getirdiği dalgalar gibi, dünya gelirinden aldığı payın ve askeri gücünün büyüklüğüne göre ülkelerin uyguladığı politikaların, küresel boyutta sonuçlar doğurması olağan bir durumdur ki, ülkelerin gelişmiş veya gelişmekte olmasıyla direkt bir bağlantısı da yoktur. Örneğin gelişmiş bir ülke olarak kabul edilen Hollanda’da ortaya çıkan reel veya finans krizin, her ne kadar ülkelerin politikaları başta ekonomik açıdan olmak üzere her alanda birbirleriyle iç içe olmasına rağmen ciddi küresel etkiler ortaya çıkarması beklenen bir gelişme değildir. Aynı şekilde gelişmekte olan ülkelerden Çin ve Hindistan’da ortaya çıkan reel veya finansal kriz, hemen tüm ülkeleri etkisi altına alabilmektedir. Buradaki püf nokta ülkelerin gelişmiş veya gelişmemiş olması değil, küresel ekonomi pastasından aldığı payın büyüklüğüdür. Çin ve Hindistan ekonomilerinin canlanması veya krize girmesi nüfuslarının fazlalığından ziyade, reel ve finans sektörü açısından gösterdiği önemli aşamalar yanı sıra, Gayri Safi Yurtiçi Hasıla bakımından dünyada ilk on içinde yer almasından kaynaklanmaktadır. Çin ve Hindistan’ın reel ve finans sektörü alanlarındaki yatırımları yüz milyarlarca dolarlarla ifade edildiği için, ekonomilerinde ortaya çıkan olası bir kriz domino etkisi örneğindeki gibi birçok ülke piyasalarında olumsuzlukları tetikleyeceği açıktır. Bunların üzerine şimdilik de olsa ekonomik ve askeri güç olarak dünyanın bir numaralı ülkesi konumundaki ikinci defa seçilen Trump’ın ABD’sinin takip edeceği politikalar, gelecekte dünyanın ekonomik ve siyasi açıdan nereye doğru evirileceğini gösterecektir. Ya ABD dünyanın farklı yerlerindeki askeri birliklerini çekecek veya şu an devam eden kaos derinleşerek artma yönünde bir seyir takip edecektir. Başta askeri nedenlerden kaynaklanacak kaosun ekonomik faaliyetleri daraltması şeklinde ortaya çıkacak sonuçlar doğurması, bizim gibi enerjide dışa bağımlı, dış ticaret ve cari açık veren ülkeler için tehlike çanlarının çalması anlamına gelmektedir. Ülke olarak olası kötü senaryoya hazırlıksız yakalanmamak için ilk olarak işe, büyük oranda herkese diploma vermekten ve istatistik değerden başka bir anlam ifade etmeyen 12 yıllık zorunlu eğitim ile, üniversitelerdeki istihdam olanağı bulunmayıp sadece işsizliği 4 yıl sonrasına ötelemek amacı dışında işlevi olmayan bölümlerin kapatılması ve kontenjanların geleceğin mesleklerine uygun şekilde yeniden düzenlenmesiyle başlamak gerekmektedir. Değilse milyonlarca üniversite mezununa sahip olmamıza rağmen, gelişmeyen bir ülke statüsü sonucuyla karşılaşmamız kaçınılmazdır.