Musab Seyithan

Musab Seyithan

Buruk Bir Bayram Kutlayacağız

Buruk Bir Bayram Kutlayacağız

Filistin’de işlenen vahşet dolayısıyla yine buruk bir bayram kutlayacağız. Küresel müstekbir güçlerin hâkim olduğu bir dünyada, katil İsrail’in yaptığı bu vahşet, vakayı âdiye olarak görülmekte ve sıradanlaştırılmaktadır. Altı aydır Müslüman kanının akıtıldığı Filistin duyarlılığımız da pörsüyerek sıradanlaşmıştır. Duyarlılığımızı kaybetmeden, Filistin’i unutmadan ve unutturmadan hayatı yaşamak zorundayız.

Şartlar ne olursa olsun biz Müslümanlar -hamdolsun- orucumuzu tuttuk, teravih namazlarımızı kıldık. Müslüman halk olarak Filistin için gücümüz ölçüsünce maddi manevi yardımlarımızı yaptık, İsrail mallarını boykot ettik, dualarımızı hiç eksik etmedik. “Zulme engel olamıyorsanız onu deşifre ederek yayın” diyen Hz. Ali’ye kulak vererek katil İsrail’i her platformda ifşa ettik. Elimizden ancak bunlar geliyordu. Sonunda, buruk da olsa bayram kutlayacağız. Çünkü hayat, kendi akışı içinde yaşanıyor.

Bayramlarımızın tarihî arka planına bakınca Peygamber Efendimizin, bayram sabahı güzel elbiseler giyinip mescide gittiğini, bayram namazına kadınlar ve çocukların da iştirak ettiğini, Efendimizin, bayram günlerini sevinç günleri ilan ettiğini görüyoruz.

Efendimiz (sav), her zaman arkadaşlarıyla görüştüğü gibi bayramlarda da onları evlerinde ziyarete gider, ikramlarını kabul ederdi. Kendisi de misafirlerine ikramda bulunurdu.

O, Müslümanlar arasında dargınlığı hoş görmemiş ve “Bir Müslüman’ın diğer Müslüman’a üç günden fazla dargın durması helâl olmaz.” (Buhârî, Edeb, 57) buyurmuştur. Bayramı vesile edinerek dargınların barışmasını istemiştir.

Rasûlullah’ın sünnetindeki bayram kutlamaları böyle oluyordu.

İslam toplumlarında bayram kutlama örf ve âdetinde değişiklik olsa da hepsinin ortak paydası; “Bayramlarda sılayı rahmi/akraba ziyaretlerini gerçekleştirmekti.” Bunun başında da, birinci derece akraba olan anne, baba ve kardeşlerin bir araya gelerek bu ziyaretin hakkını vermesi gelir. Sılayı rahim inancının bilinçli bir şekilde toplumumuzda yer ettiği dönemlerde bunun hakkı veriliyordu. Bilinçli bayram kutlamalarında, uzak diyarlarda olanlar, bayram ziyareti için büyüklerin bulunduğu beldeye akın ederlerdi. Büyükler evde bekler, küçükler ziyarete gelirdi.

Şimdi bu hassasiyeti kaybettik. Algılarımız değişti. Gerçek hayat, yerini sanal âleme terk etti. Bayram ziyaretlerinin yerini, turistik yerlerde tatil yapmak aldı. Samimice gidip elini öpüp koklayarak dualarını alacağımız annemiz, babamız, kardeşlerimiz, amca ve dayılarımız, görüntülü ya da görüntüsüz telefonlarla aranarak durum idare edilir oldu. Tabir caizse bugün büyükler yorgun ve yatakta, küçükler Bodrum sahillerinde yatta.

Batıda olduğu gibi Türkiye’de de kendi mutluluklarını engellediklerine inandıkları için, yaşlı anne ve babalarını huzur evlerine bırakanların sayıları da gittikçe artmaktadır. Bayramlarda, “ha geldi ha gelecek” diye pencere önünde bekleyen yaşlılarımızın dramı da ayrı bir üzüntü kaynağımızdır. Evlatları şehirde yaşayan, kendileri de köyde evlat yolu bekleyen ama bayramları fırsata dönüştürüp tatil yapmaya giden evlatların durumu da savrulmaktan başka nedir ki?

İşte anne ve babayı kendi hallerine terk edip yalnızca eş ve çocuklarına kilitlenen insan sayısı çoğaldıkça, toplumda ne sılayı rahim hassasiyeti kalıyor ne de, bayramlar, bayram gibi kutlanıyor. Bütün bu ihmallerimizin nedeni; dünyevileşmektir. Bunun sonucu olarak da, aile büyüklerimizi işimize ve zevkimize kurban etmekte, değerlerimizi kaybetmekte ve ilişkilerimizi mekanikleştirmekteyiz.

Öyleyse çözüm nedir?

Çözüm, özümüze tekrar dönmektir. Çünkü biz kendimizde olanı değiştirmedikçe Allah bizi değiştirmez. (Bak:13/Ra’d:11). Dolayısıyla değişime, önce yakın akrabalarımızla ilişkilerimizi düzelterek başlamalı ve “Kişinin akraba ve yakınlarıyla ilişkisini devam ettirmesi, onları koruyup gözetmesi, yani sıla-i rahimde bulunması, dinimizin çok önem verdiği esaslardan biri olduğu” inancına tekrar dönmeliyiz. Çünkü akrabalık ilişkileri, Cenâb-ı Hakk’ın Rahman sıfatının bir tecellisi olarak, merhamet ve şefkat temelleri üzerine bina edilmelidir. Şu hadis-i şerifler, bu hususta mühim bir ölçüyü dile getirmektedir:

“Akrabasının yaptığı iyiliğe aynısıyla karşılık veren, onları koruyup gözetmiş sayılmaz. Akrabayı koruyup gözeten kişi, kendisiyle alâkayı kestikleri zaman bile, onlara iyilik etmeye devam edendir.” (Buhârî, Edeb, 15; Ebû Dâvûd, Zekât, 45; Tirmizî, Birr, 10)

“Ahirette cezasını ayrıca vermekle beraber, dünyada Allah Teâlâ’nın çabucak cezalandırmasını en fazla hak eden günahlar, zulüm ve akrabayı ihmal etmektir.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 43; Tirmizî, Kıyâme, 57; İbn-i Mâce, Zühd, 23)

Allah Teâlâ, akrabalarıyla bağını keserek onlarla ilgilenmeyen kişileri şöyle uyarmıştır:

“Onlar, Allah’a söz verdikten sonra verdikleri sözü bozarlar, Allah’ın gözetilmesini emrettiği kimselerle/akrabayla ilişkiyi keserler ve yeryüzünde bozgunculuk yaparlar. İşte onlar, lânete uğramışlardır; cehennem de onlar içindir.” (13/Ra’d:25)

Bu ayet ve hadisler, sıla-i rahimin/akraba ziyaretinin ehemmiyetini açıkça ortaya koymaktadır. İnsanlarımıza bu değerlerimizi tekrar kazandırırsak, dünyevileşme hastalığını asgariye indirmiş oluruz ve bayramlarımız da asıl bayramlara dönüşür.

Gerçek bayramlara erişmek dileğiyle, buruk bayramınız mübarek olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Musab Seyithan Arşivi
SON YAZILAR