Mahkeme, CHP tiyatrosuna çanak mı tutuyor?
“Kanunlar örümcek ağları gibidir. Zayıflar ağa yakalanır, güçlülerse ağı delip geçer” diyen Fransız yazar Balzac'ın cümlesine nazire olarak; “Kanunlar örümcek ağı gibidir. Eşek arıları delip geçer, bal arıları takılıp kalır” denilir.
Çin’de de; “Sanıkların ikisi de zenginse hâkim istifa eder. Biri zengin diğeri fakirse zengin kazanır. İkisi de fakirse adalet yerini bulur” denir. Onun için bugün, zalimlerin at koşturduğu dünyada hukuk, fakirler ve garip guraba için geçerlidir. Zenginler ve güçlüler bir yolunu bulup eşek arılığını yaparlar.
Hani geçtiğimiz yılda Uluslararası Ceza Mahkemesi, başta Gazze kasabı terörist Netanyahu olmak üzere üst düzey İsrailli yöneticileri tutuklama kararı çıkarmıştı. Bunun üzerine ABD’li 12 Senatör, hâkimlere: “Sizi ve ailelerinizi ABD’ye girişten men ederiz” diyerek tehdit etmişlerdi. Kendilerini hukukun üstünlüğünün kahramanları olarak gören bu ikiyüzlü utanmaz alçaklar, gücün üstünlüğüne tapanlardır. Batılı sahtekârlar bunu hep yapmaktadırlar.
Bu çifte standarda, henüz vicdanlarını kaybetmemiş olan BM raportörleri, ABD ve İsrail'e: "Kendilerini hukukun üstünlüğünün şampiyonları olarak görenlerin, bağımsız ve tarafsız uluslararası bir mahkemeyi, sorumluluğuna engel olmak için sindirmeye çalıştığını görmek şok edici" diyerek isyan etmişti.
İsrail terör devleti, Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Mahkeme kararlarına rağmen caniliğini sürdürüyor. Gazze, Yemen, Katar ve Lübnan’a kudurmuşçasına saldırılarını devam ettiriyor. Perde gerisinde, büyük şeytan ABD ortak katilinden onay alarak tabii…
Tarihî süreç içerisinde, Müslümanlara ve mazlum milletlere ABD ve yandaşı Batı, bunu hep yapmıştır. Kendini kalkındırmak, hayat standartlarını geliştirmek, konforuna konfor katabilmek için Afrika’yı ve Ortadoğu’yu hep sömürmüş ve sömürüsüne engel olanları acımasızca katletmiştir. Hâlâ da sömürmesine devam etmekte, engel olanlara zerre kadar acımamaktadır. “Irak’a demokrasi götüreceğim” diyerek iki milyon Iraklıyı katledip yeraltı zenginliklerine çökmüştür.
Emperyalist emellerini gerçekleştirmek için yaşayan ABD ve yandaşı Batı ülkeleri, medenî değil vahşidir. Çünkü medeniyet, fıtrata uygun yaşamaktır. Yani yaratılıştaki fabrika ayarlarını bozmadan hayat sürmektir. Kendine, Rabbine, diğer insanlara, hayvanlara ve çevreye karşı sorumluluklarını yerine getirerek dünyasını imar etmektir. Sağlıklı bir şekilde bireysel ve toplumsal ilişki kurmaktır. Yoksa medeniyet, teknolojide zirveyi yaşamak değildir. Teknolojik gelişmeler hayatı kolaylaştırmada işe yarar fakat insanca yaşamayı sağlayan ise, medeniyettir.
Bu emperyalistler, mazlum milletlerin topraklarına el korken de, her türlü vahşeti normal kabul ederek “Merd-i kıptî, şecaat arz edeyim derken sirkatin söyler” tavrıyla itirafta da bulunmuşlardır. Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı François Mitterrand, Le Figaro gazetesine 1998’de verdiği mülakatta, “O ülkelerde bir soykırım yaşanması o kadar da önemli bir şey değil” ifadesini kullanması hâlâ uluslararası kamuoyunca bilinen bir gerçektir. Onlara göre öldürülenler mavi gözlü ve sarışın Avrupalı değilse önemli değildir.
Türkiye’ye gelecek olursak: Türk yargısı, cumhuriyet kurulduğundan beri siyasi iradenin giyotini olmuştur. İstiklal mahkemelerini hatırlayın. Silah zoruyla yapılan devrimlerin kabul edilmesi için darağaçlarında binlerce âlim ve masum insanı sallandırmıştır. Meşhur Kel Ali’ler unutulmuş değildir. 1995’te, CHP’li Adalet Bakanı Mehmet Moğultay, göreve atanan binlerce hâkim ve savcının CHP’lilerden yapıldığını söyleyenlere; “Bu kadroları örgütüme vermeyip de MHP’lilere mi verseydim? Seyfi Oktay ve benim dönemimde iki bin hâkim aldık” itirafı meşhurdur. 15 Temmuz 2016 tarihi öncesi de Fetö terör örgütüne mensup hâkim ve savcılar mahkemelere çöreklenmişti. Bu dönemlerde mahkemelerden adalet beklemek saf dillik olurdu. Tarafgirlikten kaynaklanan gücün hukuku hâkimdi. Şimdi de yargının tamamen bu unsurlardan temizlendiği söylenemez. Fetöcü’lerden kendini gizleyenler, kripto olarak varlıklarını sürdürürken, onlardan boşalan kadrolara da çoğunlukla laik ve kemalistlerin yerleştiğini söylesek iftira etmiş olmayız.
Şu günlerde CHP kurultayı ile ilgili bir karar verilecek, mahkeme habire erteliyor. Dijital çağda talep edilen evrakların toplanması anlık mesele olduğu halde “kurultay listesinin talebi, İstanbul mahkemesinin iptal gerekçesinin istenmesi” gibi armudun sapı, üzümün çöpü gerekçeleriyle 40 gün gibi tarih aralığı vererek uzattıkça uzatıyor. CHP’nin kurultayı ile yatıp kalkar olduk. Gazze gibi hayati gündemimizin de önüne geçti. Televizyon kanalları, “Mahkeme butlan kararı verirse ne olur? İhtiyati tedbir kararı verirse ne olur? Kayyum atar mı? Kemal Kılıçtaroğlu geri gelebilir mi?” gibi konuları hemen her gün konuşmakta. CHP tiyatrosu seyretmekten gına geldi bizlere... Filistin konusunu ve ABD’nin kalleşliğini konuşan bir kanal bulmak için kumanda elimizden düşmüyor.
Vatandaşı CHP tiyatrosuna mahkûm etmek için mahkeme de sanki bu tiyatronun bir parçası haline geldi. Hâlbuki hukukçular; “Gecikmiş adalet, adalet değildir” sözünü ağızlarından hiç düşürmezler. Mahkemelerin bu hantallığı, adalete güveni de sarsıyor. Bu CHP kurultayı davasında aklımıza şu da gelmiyor değil: “Hâkim karar vermekten ya korkuyor ya da tarafgir.” Yoksa gündemde kalması için CHP tiyatrosunun bir aparatı olmazdı. Geciktirildikçe kamu vicdanı daha çok ıstırap çekmekte.
Mafya olayı da, mahkemelerin hantallığından, kısa sürede adalet dağıtamadığından ortaya çıkmadı mı? Çek ve senedinin karşılığını alamayan vatandaş, mahkemeye başvurduğunda iki yıldan az sürmeyen uzamalardan bıktığından dolayı, kısa yoldan hakkını almak için, illegal olarak tehdit ve şantajla iş bitiren mafyaya başvurarak işini halletmiyor muydu? Bir hukuk devletinde mahkemeleri böyle sürüncemeli işletirseniz, illegal yapılanmalara çanak tutmuş olursunuz. Makul süre aşıldığında adalet yerini bulmuyor, millet de yargıya güvenmiyor. Bundan dolayı yapılan istatistiklerde yargı, güven sıralamasının altlarında yer almaktadır.
Sahte diploma davasında ilk defa mahkemeye çıkan Ekrem İbanoğlu’na mahkeme ne hakla şov yapma izni verdi? Sanki sahtekâr, hırsız biri değil de ülkeler fatihi bir kahraman karşılanıyor gibi mahkeme salonuna girmesi, eşek arısının örümcek ağını delip geçmesi gibi oldu. Hâlbuki iki polisin ortasında salona sessizce girmeli, suçlu yerinde ve ayakta durmalı, hâkim konuşmasına izin verdiği ölçüde konuşmalı idi. Çünkü o kahraman değil sahtekârlık sanığı idi. Ama adam, süper star bir sanatçının sahne alışı gibi, tezahüratlar eşliğinde salondakilere öpücükler yağdırarak girdi. Hâkimin gıkı bile çıkmadı.
Bir zamanlar bir grup arkadaşla Ankara’da, Vahdet Vakfı Genel Başkanı Hüsnü Aktaş hocanın mahkemesini izlemeye gitmiştik. Hiç unutmuyorum, mahkeme başkanı Orhan Karadeniz isimli meşhur bir hâkimdi. Duruşmanın bir yerinde alkış ve slogan attık. Hâkim hemen müdahale ederek: “Mahkemenin sükûnetini bozduğunuzdan dolayı sorgusuz sualsiz üç gün içeriye attırırım. Böyle bir hakkım var” dedi. Salon birden sessizliğe büründü. Ama Ekrem İbanoğlu’nun yargılandığı salon sanki bir mahkeme salonu değil de sirk alanıydı, orada bir takım sirk gösterileri yapılıyormuş gibi alkış ve sloganlar gırla idi. İşte tam burada; “Kanunlar örümcek ağı gibidir. Eşek arıları delip geçer, bal arıları takılıp kalır” sözü anlamını bulmuştu. Hâkim CHP’lilerin şirretliğinden korkmuş olmalı ki kendinde Orhan Karadeniz gibi müdahale etme cesaret ve gücünü göremedi. Ya da tarafgirliğinden dolayı hoşuna bile gitti. Onu biz bilemiyoruz, en iyi kendisi bilir.
Evet, namuslular da namussuzlar kadar cesur olana kadar ve gücün hukuku değil, hukukun gücü hâkim olana kadar, bu devran böyle döneceğe benziyor. Rabbim encamımızı hayreylesin.
