İbrahim Çolak

İbrahim Çolak

Bütün acıların benim olsun

Bütün acıların benim olsun

Sınır ayrılık, umutsuzluk, özlem ve ölümdü. Sınır, seven ve özleyen gözlere mil çekmekti. Nerede başlayıp nerede bittiği fark etmedi, gönlüm sınırları hiç sevmedi.

"Dakimi" "Kadami" "Dilami" (*) bana bu kelimelerle hitap ederdi.

Gözlerinin gördüğü zamanları hatırlamıyorum ama o benim yüzümü hatırlıyordu. Annesinin adınıtaşıdığım için mi bilmiyorum en çok beni severdi. O benim çocuk dünyamın kahramanıydı,bense onun eli ayağı. Babaannem, aramızdan ayrılalı neredeyse otuz dört yıl oldu. Bunca zaman sonra dönüp baktığımda kalbimde bıraktığı izler sıcaklığını hâlâ koruyor.

Suriye asıllı olan babaannemin güzelliği dillere destanmış; çektiği hasret siyah bir perde olup gözlerine inene dek. Evlendikten sonra ailesini bir daha görememenin acısı kelimelerine öylesine sinmişti ki hayatım boyunca onlardan daha yakıcısını duyduğumu hatırlamıyorum. Bana göre o, dünyanın en acılı şairiydi.

Suriye’den taşıyıp getirdiği eşyalarını içinde muhafaza ettiği bir dolabı vardı. Dolap naftalin kokardı, babaannem reyhan. Naftalin kokulu bu eşyalar kutsal emanetler gibi korunurdu tarafından.

Artık kırışmış olsa da sıcacık ve yumuşak ellerinden tutar ona kılavuzluk ederdim, varlığı öylesine güç verirdi ki bana, bazen karıştırırdım, kim kimin kılavuzu acaba?

Seksek oynayan kızların yanından geçerken “Dilami, beni bırak onlarla oyna” derdi. Çocuk kalbimle oyunun cazibesine kapılır babaannemi sağlam bir yere oturtur, hevesimi alabilecek kadar oynardım; sonra yolumuza devam ederdik. Beklerdi, tebessüm ederdi, varlığıyla ve hisleriyle de sarıp sarmalayandı.

Yol boyunca karşılaştığımız insanları, gördüğüm her şeyi bir bir anlatırdım babaanneme, incir ve zeytin ağaçlarını geçince, “Kadami, beni hududa doğru çevir” derdi, çünkü tüm ailesi o hududun ardında idi. Yüzünü hududa döner öyle ağıtlar yakardı ki, kimse geçemesin diye döşenen mayınlar işte o an patlardı yüreğimde.

Sınırı geçmeye çalışmak demek, ölüme bilet almak demekti. Ve ben merak ederdim, bunca acının üzerine ayakta nasıl durabiliyor dünya, babaannem duramamışken.

Hayal kurmayı o zamanlar öğrendim. Babaannem memleketini anlatır, ben yıldızları seyre dalardım; “Babaanne onlar da bu yıldızları görüyor değil mi?” diye sorardım. Göğün onlarıbuluşturacağına inanır, babaannem için yıldızlardan birini seçerdim, o yıldız diğerlerine kavuşunca mutluluktan çılgına dönerdim. “Belki bir gün babaanne’mde kavuşur sevdiklerine, neden olmasın?” derdim…

Olmadı, bir tarafıyaralı, diğer tarafı eksik, hiç tamamlanmamış veda etti.

Bu kadar yakınken, uzak olabilen o şehirleri merak ettim hep. Yıllar sonra çocukluğumun Kafdağı olan oşehirleri ziyaret ettiğimde her yerde onu aradım, sol yanımda ince bir sızıyla…Topraklarına selamını ilettim, özlemini kendimce yerine getirdim.

Babaannem, aşkı ve merhameti yaşayarak öğretti bize.

Nur içinde yatsın! Allah onu orada sevdiklerine kavuştursun.

(*) Annem, Canım, Sevdiğim

Medine Doğan

Bu yazı daha önce Sayha Dergisinde yayınlanmıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Çolak Arşivi
SON YAZILAR