Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal

Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal

ÇİN ÇARPMASI ETKİSİ

ÇİN ÇARPMASI ETKİSİ

          Yılın sonu yaklaştıkça dünya ekonomisin ateşi yükseltilmeye başladı. FED’in geçen yılın sonunda yaptığı 25 baz puanlık artıştan sonra tüm koca 2016 yılı, papatya falı açar gibi Yellen ve ekibinin yaptığı atraksiyonları anlamayla geçti. FED tarafından yılda en az iki defa faiz artırımına gidileceği şeklinde yapılan açıklamalarla diken üzerinde tutularak terbiye edilen dünya ekonomisi özelde ise gelişmekte olan ülke ekonomileri için, artık yolun sonuna gelindi. Dünya ekonomisini etkileyecek büyük çaplı bir savaş, ABD’nin kendi içinde veya Almanya, Japonya, Çin gibi dünya ticaret hacminde önemli yer kaplayan ülkelerde yada gelişmekte olan ülkelerin çoğunu etkileyecek ani veya derin krizlere yol açacak stagnasyon doğuracak şok durumların sinyalleri ortaya çıkmazsa, Kasım ayındaki Trump-Clinton seçim kapışması aşamasında faiz artırma riskine giremeyeceği de düşünülen FED’in, Aralık ayında yine 25 baz puanlık (0,25) bir artırıma giderek, küresel ekonomi ortamı rahatlatması beklenmektedir. Her FED toplantısından 3 hafta sonra açıklanan toplantı özetleri dikkatle incelendiğinde, ABD ekonomisiyle ilgili açıklanan Eylül ayı tarım dışı istihdam artışının tahminlerin altında kalması, işsizlik oranının %5’lik düzeye çıkması ( dört ay öncesine göre %0,3 puanlık artış göstermesi), ülke dışı ekonomik ve politik risklerin varlığını sürdürmesi, borsanın düşmesi gibi bazı veriler olumsuz bir görünüm arz etse de, dengesiz ve agresif bir başkan profili çizen Trump’a göre Clinton’un yapılan son anketlerde önde gitmesi, Brexit merkezli olası olumsuzlukların giderildiği yargısının güçlenmesi, haftalık işsizlik maaşı başvuru sonuçlarının olumlu gelmesi ve her şeyden önemlisi makro açıdan bakıldığında ABD ekonomisinin riskleri karşılayacak yapıda olması Aralık ayındaki toplantı kararlarına yönelik faiz artırım beklentisini yükselten başlıca faktörlerdir.

          FED’in satır aralarında belirttiği yurtdışı gelişmelerde ortaya çıkabilecek ekonomik riskler denildiğinde ilk akla gelen ülke olan Çin’de, Eylül ayında ihracatının beklenenin üzerinde %333,3’lük bir düşüş göstererek %10 oranında gerçekleşmesi, üstelik ithalatında azalması, dünya ekonomisinin durgunluğa girebileceği şüphelerinin artmasına yol açmaktadır. Şimdilik Aralık ayındaki FED’in faiz artırımını engelleyecek kadar bir sorun oluşturmamasına rağmen, Çin ekonomisinin dış ticaret hacmindeki daralmanın uzun dönemleri kapsaması, 2017 yılından başlamak üzere dünya ekonomik büyümesini durgunluğa sokabilecek unsurların başında gelmektedir. Çin ekonomisindeki ortalama büyüme oranlarının %10’lardan %6,5’lara düşmesi ve dış ticaret hacminin daralmasına bağlı olarak daha da aşağılara inme olasılığı gerçek olursa, dünya ekonomisine cin çarpması değil Çin Çarpması Etkisi yapar ki, bu durum ülke ekonomilerini FED’in faiz artırım kararından daha sert ve derinden etkiler. Çin’in ekonomik daralmasına, Brexit hamlesiyle hem kendi ekonomisinin hem de AB’nin ekonomik ve siyasi geleceğiyle ilgili soru işaretlerinin oluşmasına neden olan İngiltere ekonomisinin sorunlarının artması ve parasının (sterlin) dolar karşısında değer kaybetmesi, AB’nin uzun süredir para politikası temelinde durgunlukla mücadele etmesi ve ekonomiye aktardığı aylık 80 milyar euroluk parasal enjeksiyona rağmen bir arpa boyu mesafe alamaması, üzeri külle örtülen ancak üfleyince gün yüzüne çıkan Yunanistan borçlarının silinip silinmemesi tartışmalarının IMF ve ECB arasında devam etmesi ve tüm bunların üzerine gelişmekte ülkelerin yaşadıkları ekonomik sorunun köküne inmeyip, genel ekonomi içinde üretim ekonomisini hakim kılacak acı reçete şeklinde slogan halinde dile getirilen yapısal iktisadi reformları uygulamaya koymaları yerine kolaycılığa kaçarak, para politikaları araçlarıyla -finansal enstrümanlar; hisse senedi, tahvil, doğrudan sabit yatırım dışı sıcak para ve döviz girişi– ekonomileri yönetmeye çalışmalarına devam etmeleri, global ekonominin durgunluk ve istikrarsızlık içinde yüzeceğinin göstergeleridir.

          Yaklaşık bir asır daha ABD, AB, BRIC, Japonya kadar, küresel ekonominin şekillenmesinde etkin rol oynayacak bir diğer faktör, petrolün başını çektiği emtia ürünlerinin fiyatlarıdır. Petrol üretiminin veya arzının kısılması kararına bağlı olarak fiyatlarının 30 $’dan 52 $’a yükselmesi, Türkiye gibi petrol ithalatçısı ve büyümesi ile ithalat bağımlılığı arasında yüksek korelasyon olan ülkeler için şüphesiz iyi bir haber değildir. Petrol uzun süre tüm ülkeler için hem yakıt hem de üretim sürecinde kullanılan girdiler arasında önemini koruyacağına göre öncelikle Türkiye olarak farklı enerji kaynaklarıyla üretim yapma yoluna gitmeli bunda başarılı olunamazsa ithal edilen petrolün, teknoloji düzeyi yüksek malların üretiminin kullanımının sağlanmasına yönelik ekonomi politikalarının uygulamaya konulmasıdır.

          Küresel ekonomide etkili sonuçlar doğuracak bir diğer faktör, ABD’nin dünya üzerinde her alanda hakimiyet kurma düşüncesinin bir sonucu olarak dünyanın jandarmalığına soyunmasıdır. Ülkelerin yer altı ve yer üstü kaynaklarına sahip olmak için demokrasi, siyasi ve ekonomi alanlarında çeşitli bahaneler üretmesi ve bunları; görünürde bağımsız, objektif ve herkes tarafından kabul edilen amaçlarla donatılmış ancak uygulamada kendi hakimiyeti altına aldığı uluslararası kurum ve kuruluşları (NATO, IMF, WB, Uluslararası Kredi Derecelendirme Firmaları) kullanarak gerçekleştirmek istemesi hatta terör örgütlerini dahi açıkça destekleyecek kadar gözü dönmüş politikalarını sürdürmede ısrarcı olması, küreselleşen dünyanın çözmesi gereken bir diğer önemli tehdittir. Bu genel sorunun küresel dünyanın ileri gelen ülkeleri tarafından, adil ve barışçıl şekilde çözülmemesi halinde dünyanın hiçbir konuda istikrara kavuşması mümkün değildir. Her bir vatandaş olarak yapmamız gereken, ülkemizin yüksek çıkarları adına ekonomik, siyasi, hukuki ve sosyal reformları uygulayıp desteklemektir. Ancak bunu başardığımızda, her türlü sorunun ülke olarak üstesinden gelebiliriz.

 

          Soru: Enflasyon fiyat istikrarının bozulması mıdır? Neden? 

          Sözün Gözü: Kişinin ederi ünvanı kadar değil, karakteri kadardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal Arşivi
SON YAZILAR