Sezai Keskin

Sezai Keskin

DÜNYANIN BİTTİĞİ YER

DÜNYANIN BİTTİĞİ YER

 

14 saatlik uzun ve direkt uçuştan sonra Brezilya’nın Sao Paol’a havaalanına oradan da 3 saatlik bekleme süresinden sonra 4.5 saatlik bir uçuşla “Comodoro Arturo Merino Benitez”  havaalanına indim. Havaalanı şehrin 26 km. batısında olup şehir merkezine 25 dakika mesafededir. Saat 03:30.Dışarıdaki yağmurlu, soğuk ve sisli bir hava içimi ürpertti. Dışarı çıkmadan döviz bürosunda para bozdurdum. 1 Amerikan Doları 475 Pezo’ya (CLP) eşdeğerdi. Şehirde döviz bozdurmak için her yerde ATM bulabilirsiniz. Ayrıca birçok restoran, dükkan, mağaza, otel kredi kartı kabul etmektedirler.
Saat 06:00’da şehir merkezine giden ilk “Buses Centropuerto” isimli otobüsü kullanarak otelime yakın yerde indim. Otobüs biletini, havaalanı içinden veya dışındaki bilet satış gişelerinden bulabilirsiniz. Otobüsler ilk sefer saatinden itibaren her 15 dakikada bir hareket ediyorlar. İçeriye girmeden bir müddet internette resmini gördüğüm otele baktım. Şehrin Bellavista denilen, eğlence merkezinde olduğunu sonradan öğrendiğim, üç yaşlı bayanın işlettiği, tek katlı küçük bir oteldi. Sadece biri 5 gr İngilizce konuşabiliyor. Şehirde, resmi dil olarak “İspanyolca” kullanılmaktadır. İngilizce bilenlerin oranı çok düşük.
 
img_1176-001.jpg
 
El hareketleri ile anlaştık ve odama yerleştim. Kısa bir dinlenme ardından dışarı çıktığımda gürültülü bir trafik ve yoğun sisten şehri kuşatan sıra dağları seçemedim. Şehrin kalbine,  geniş temiz kaldırımlardan, gösterişli taş binalar önünden geçerek, metroya ulaştım. Metro temiz ve düzenli, durakların her biri farklı şekilde dekore edilmiş. Raylı sistem gelişmiş olmasına karşın, aşırı bir yoğunluk ve yığılma var. Trene binmek nerdeyse imkansız gibi. Bilet için yoğun ve sakin saatlerde farklı fiyat ödeniyor . Yerel yönetimin, yoğunluğunu azaltmak için sabah saatlerinde ekstra ücret uygulaması da yoğunluğu azaltmamış. Metronun en enteresan yanı ise tekerleklerinin metal değil otomobil gibi lastikli olması!
…İlk iki metro dolu olduğu için pas geçti, yaklaşan üçüncü metroya binmeye kararlıyım. İmkanları zorlayarak kendimi içeri atıyorum…Uff! Aslında bunun büyük bir başarı olduğunu ilerleyen günlerde anlıyorum. Herkes birbirine yapışmış vaziyette. Kımıldamadan hatta zar zor nefes alarak ayakta giderken insanların yüzlerine bakıyorum. Herkes ciddi, kimse kimseyle görüşmüyor ta ki biri diğerine soru sorana kadar. Şaşırıyorum o soğuk görünen insanların yüzünde papatya açar gibi tebessüm ve neşe beliriyor. Sıcak insanlar olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de iken internetten bilgi sahibi olduğum Ahumada Street denilen bölgeye gidiyorum, burası Avenida Jose A.Saco bölgesi ile birlikte şehrin kalbinin attığı caddelerdendir. Turistik noktaların hepsinde atlı askerler asayiş berkemali sağlıyor. Birçok kafe, alışveriş pasajları, hediyelik eşya dükkanı bulunmaktadır. Cadde üzerinde sokak göstericileri gelip geçenleri eğlendirecek gösteriler sunmaktadırlar. Caddenin sonunda “Plaza de Armas” (Silahlı Kuvvetler) meydanı bulunuyor.  Burası kare şeklindedir ve merkezin ızgara düzenindeki yapılan ilk meydan olarak önem kazanmaktadır. Şehir merkezinde insanların buluşma noktasıdır. Meydana çıkılan yollar yayalar için ayrıldığı için trafik yoktur ve çok hareketlidir. Pansiyonlar, oteller, restoranlar, müzeler ve doğal güzelliklerin bulunduğu parklar vardır. Uzaktan gelen sesin cazibesine kapılarak sesin geldiği yöne doğru yöneldim. Önce gördüklerim karşısında önce şaşırdım. Sayıları 20’yi bulan askeri koro sahnede çoşkuyla şarkı söylüyordu.Ordu orkestrası ‘’burada işler tıkırında’’ burada demokrasi hakim mesajı vermek için konserler verdiğini düşünüyorum. Konser yaklaşık bir buçuk saat sürüyor ve çoşkun kalabalık müziğe ve neşeyle eşlik ediyor. Diğer yanda sokak ressamları eserlerini sergiliyorlar. Meydanda ağaçlar altında satranç ve dama oynayanları görüyorum. Talep çok olmalı, sırada bekleyenler var. Az ileride alt geçit olduğunu düşündüğüm bir yer gözüme çarpıyor. Yaklaşınca buranın tuvalet olduğunu anlıyorum. Şili insanının bize benzeyen yönlerini yavaş yavaş keşfetmeye başlıyorum. Girişimci olduklarını anlıyorum. Tuvaletçilik bu ülkede Türkiye’den daha gelişmiş. Sektörün önü açık. Meraklısına duyurulur. 
 Uzun yılların tecrübesidir, bir şehri ancak sokakta ve alışveriş merkezlerinde öğrenebilirsiniz. Bu kuralımı burada da uygulamaya koyuyorum ve uzun bir yürüyüşten sonra koyu yeşillikler arasındaki patikadan tepeye tırmanarak, modern yüksek binalarla etrafı sarılmış ve şehrin ilk yerleşim yeri olan Santa Lucia tepesine çıkıyorum. Burada küçük bir park ve bir kale var. Şehrin nefes aldığı bir yer. Dikkatle incelediğimde Santiago’nun sıradan bir Anadolu şehirden farkı olmadığını gözlemliyorum. Kafamı kaldırdığımda And dağlarının karlı tepelerinin beni selamladığını düşünüyorum. Hava kirliliği izin vermediği için şehrin ana caddeleri net görünmüyor. Biraz dinlenmek için yer arıyorum.Nerde!...Parktaki bütün ağaç altı mekanlar birbirini kemiren sevgililerle dolu. Kimin eli kimin cebinde belli değil. Yokuş aşağı yürüyerek aşağıdaki Santa Lucia el sanatları pazarına gidiyorum. Derme çatma küçük küçük hediyelik eşya dükkanlarını geziyorum. Deri ürünler ve Alpaga denilen Şili’ye ait hayvanların yünlerinden yapılan çeşitli giysiler, yine dünyada sadece Şili ve Afganistan’da çıkan Lapis Lazuli taşından yüzük, kolye gibi takılar bulabilirsiniz. Burası şehrin diğer yerlerine oranla en hesaplı hediyelik eşya bulacağınız bir yer. Şehrin birçok yerinde Lapis taşı satılmakta olup buradaki fiyatları başka yerde bulma imkanınız yoktur. Gelmişken ufak tefek bir şey alıyorum. İyi pazarlık yapıyorlar. Esnaf yapışkan değil. Makul bir pazarlık hakkınız var.Satıcıların çoğu kadın.İngilizce bilen az fakat anlaşmak kolay. 
 
1958_5.jpg
 
İkinci gün…360 mağaza zinciri ile Şili’nin ve Güney Amerika’nın en büyük firmasının genel müdürü ile görüşmek için şehir dışındaki ofisine 40 dakikalık bir taksi seyahati ile ulaşıyorum. Yaklaşık 30 dakika süren bir iş görüşmesi yapıyorum. Türkiye’den ismi bende saklı üç firmadan yüklü oranda mal satın aldığını fakat hiçbirinden memnun olmadığını bildiriyor. Türk firmalarından ürün alma şartlarını görüştükten sonra şehrin diğer önemli merkezi Estacio Central’e geliyorum. Burası toptancıların merkezi konumunda. Eski giysi ve oyuncaklar satan işyeri sahibi Türkler de var. Bu bölgede iş yapan yaklaşık 10 tane Türk olduğunu öğrendim bunlardan birkaçı ile  tanıştım.Caddeler ve sokaklar çoğu Çin malı satan toptancılar ve parekendeci ile dolu.Sokak araları isportacılar işgal etmiş. Fiyatları kontrol ettim, çok makul..  
Üçüncü gün…Diğer firmalarla ticari görüşmeler yapıyorum. Ülke, deprem bölgesi olduğu için yüksek yapılaşma yok, dolayısı ile şehir yaygın vaziyette. Haliyle bir yerden bir yere gitmek hayli zaman alıyor.Ulaşım için genelde metroyu kullanıyorum. Gün içinde biten randevuların ardından şehirdeki diğer öne çıkan bir bölge Padre Pico merdivenlerine gidiyorum. 52 basamaktan oluşmaktadır. 1899 yılında yapılmıştır. 
Dördüncü gün…Bir önceki gün gibi iş görüşmeleri ardından yine raylı bir sistemle çıkılan ve üzerinde bir Hayvanat bahçesinin bulunduğu San Cristóbal tepesini ziyaret ediyorum. Santiago'nun nefes aldığı yerlerden biridir. Burada da bir park bulunmaktadır.
 
1958.jpg
 
Beşinci gün…Dünyanın neresine gidersem gideyim Cuma günleri ilk gideceğim adres camidir. Rota kuzeyde şehrin tek camisi olan Mezquita As-Salam. Namazdan bir saat önce oraya varıyorum. Cami ve cemaat hakkında bilgi almak için vakıf başkanı ile görüşüyorum. Cuma namazında 80-90 kişilik cemaati var. Elhamdülillah ahirette hakkımda şahitlik yapmayı ümit ettiğim camiler listesine burayı da ekledik. Çıkışta imam efendi beni cemaatten üç tane Türk’le tanıştırıyor.
 
img_1277.jpg
 
Altıncı gün…Son iş randevuları bitirdim. Şehrin kuzeyinde son metro istasyonun Los Dominicos’ta inip ayni isimli Centro Artesanal’a (El sanatları köyü) gidiyorum. Adım atar atmaz müthiş bir tabiat güzelliği ve minik bir hayvanat bahçesi karşılıyor beni. İri yapraklara düşen iri yağmurların damlaları mırıltı sesi gibi geliyor kulağıma. İrili ufaklı onlarca hediyelik eşya dükkanları geniş bir alana yayılmış. Fiyatlar diğer yerlere göre biraz yüksek. Gezerken ülkenin tanınmış bayan Batik sanatçısı ve ailesi ile tanışıyorum. Şili’de en iyi İngilizce konuşan birine rastladım sonunda. Beni akşam yemeği için evine davet ediyorlar. Eşi tek kelime İngilizce bilmiyor. Kitaplıktan bir kitap seçiyor Şili hakkında bana bilgi veriyor. Sonra beni şehir kütüphanesindeki resim sergisine götürüyor. Hayatında hiç Türk ve Müslüman tanımadığını söylüyor. Bu sefer ben anlatmaya başlıyorum. M.Ö. Hunlardan başladım, ordan Çin seddine geçtik, çaylar servis olurken Malazgirt savaşı daha başlamamıştı. Meyve tabağı masaya konurken İstanbul surlarının önündeydik. Ay ışığı gecenin balkonlarından seyre dalarken zaman koşar adım geceye yaklaşıyordu. Saat kimin umurunda, başım dik, göğsüm kabarık, gür bir nida ile anlatmaya devam; Türkiye’nin dünyanın en güvenilir, en temiz ve en sağlıklı ülkesi olduğunu, suç oranının sıfıra yakın çizgide olduğunu altını çizerek belirtiyorum. Hayretleri bir kat daha arttı. Türkiye’yi çok merak ettiklerini, mutlaka bir gün Türkiye’yi ziyaret etmek istediklerini bildirdiler. Türklerin çok nazik, zeki ve sempatik olduklarını söylüyorlar. Bunun çok isabetli bir tespit olduğunu tasdik ettikten sonra, yaşayan ‘’en kötü Türk’ün ben olduğumu diğerlerinin benden daha iyi olduğunu’’ özellikle belirttim…Beni metroya kadar bırakırken Ya Rab! eğer nasipleri varsa bu güzel insanlara iman nasip diye dua ediyorum.
 
fotogezgin_sili.jpg
 
Şehir ismini “Hz. İsa”nın havarilerinden “St.Santiago” (diğer adı Aziz Yakup) dan almıştır. Yerli Mapucha halkının dilinde’’Dünyanın bittiği yer’’ manasındadır. Şili Santiago, Santiago Şili demektir. Ülkenin kültürel ve sanatsal faaliyetlerinin de kalbi konumundadır. Rio Mapuche nehrinin kıyısındaki vadidedir. Şehir geniş bir düzlükte And dağlarının görkemli eteklerinde uzanmaktadır. Deniz seviyesinden yüksekliği 520 metredir. Şehir, bol bitki örtüsü ve uygun iklimi nedeniyle; İspanyollar tarafından; 1541 yılında “Nueva Extremadura” ismiyle kurulmuştur. Tarihi süreç içinde yaşadığı büyük depremler sebebiyle tarihi yapıların çoğu yok olmuştur. Ülke, Karadeniz’e benzeyen iklimine sahiptir. 4.500 kilometre uzunluğu ve 90 kilometre eni ile bir solucana benziyor. Sadece kuzeyde bazı yerler 180 kilometre genişliğe sahip. Kışlar çok soğuktur. Günlük sıcaklık ortalaması 13 derece civarındadır. Kar yağışı çok nadiren görülür. Şehirdeki elektrik sistemi ise, 220 volt ile çalışmaktadır. Yani, herhangi bir adaptöre ihtiyaç duymadan elektronik cihazlarınızı kullanabilirsiniz. El-netice: Şili, iyimser bir tahminle Türkiye’den 20 sene geri. Bunda 1973 yılında ülkenin başına gelen askeri darbe etkili olmuş. Haydut Amerika bu ülkeyi de insafsızca sömürmüş. Ülke kaynaklarını özellikle bakır kaynaklarını zapt etmiş. Ülke insanı sıcak ama bizi ve Türkiye’yi hiç tanımıyorlar. Gittiğimiz yerlerde bu tanıtıma yardımcı olmaya çalıştık. Santiago, havaalanında son kez bakarken beni da götür der gibi baktı, söz vermedim ama yıllar sonra belki yine dönerim diye hoşçakal demedim….
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Sezai Keskin Arşivi
SON YAZILAR