Musab Seyithan
Musab Seyithan “Gassal” Dizisi ve Laiklerin Ölüm Korkusu

“Gassal” Dizisi ve Laiklerin Ölüm Korkusu

Son günlerde, ölüm temasını merkezine alan TRT’nin dijital platformu Tabii’de yayımlanan “Gassal” dizisi, özellikle laik-seküler çevrelerde -ölümü hatırlattığı için- yoğun tartışmalara sebep oldu. Neymiş efendim? Dizinin reklam afişleri insanların psikolojisini olumsuz etkileyebilirmiş... Özellikle yalnız ya da yaşlı kişiler üzerinde kötü bir iz bırakabilirmiş... Deme ya... Çok üzüldük... Bu beyler, ölümü unutarak ve hatıra hiç getirmeyerek mutlu olacaklarına kendilerini şartlandırmışlar.

Bunlardan bazısı Karaca Ahmet mezarlığının duvarında yazan; “Her canlı ölümü tadacaktır” ayetinin de kaldırılmasını istemişti. Önünden geçerken gözlerine ilişiyormuş da ölümü hatırlattığı için tedirgin oluyorlarmış. Bunlar öyle utanmaz yüzsüzler ki, ezici çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede bile her şeyin kendi çarpık inanışlarına uygun olmasını dayatmaya kalkıyorlar. Ne de olsa cumhuriyetin bu tosuncukları, devrimlerini de dipçik zoruyla kabul ettirdikleri için dayatmaya alışkındırlar.

Dizinin ilk on bölümünü seyrettim. Dinî olmaktan çok ölüm gerçeğiyle yüzleşerek herkesin mutlaka bir gün başına geleceğine ve gassalin önüne, teneşire yatacağına dikkatleri çekmesi açısından seyredip ibret almaya değer, emek mahsulü bir dizi… Benim beklentilerime tam cevap vermese de sahasında bir ilk olması ve ölüm üzerinden ahireti hatırlatması önemlidir. Laik-seküler takımı korkularından dolayı, adını gündem yapmayarak ölüm gerçeğini unutturamazlar. Korkunun ecele faydası yoktur. Hapursalar da köpürseler de ölümden kurtulamayacaklardır.

Gazali ölüm karşısında insanları dört sınıfa ayırmıştır:

1. Dünyaya dalmış, hayatın geçici olduğunu unutmuş, hayatın gayesini dünyevî zevk ve menfaatlerden ibaret bilmiş insanlar. Bunlara göre -zoraki hatırladıkları ve hatırlayınca hemen unutmaya çalıştıkları- ölüm, zevk-u sefanın sona ermesi, korkulu akıbetin başa gelmesi demektir. "De ki kendisinden kaçtığınız ölüm muhakkak sizi bulacaktır; sonra gizli ve açık her şeyi Bilen'e götürüleceksiniz de O size, yaptıklarınızı birer birer haber verecek." (62/Cum'a:8) ayeti bu sınıfın halini ifade etmektedir.

2. Korkusu galip olan, yaptıklarını bilen ve tevbe edip kulluk yoluna yönelmeye çalışanlar için de ölüm istenmeyen bir hadisedir. Çünkü henüz tevbelerini tamamlamadan gelip insanı buluvermesi tehlikesi vardır. "Allah'a kavuşmak istemeyene Allah da kavuşmak istemez." (Buhârî, Rikak 41; Müslim, Zikir 14-17) hadisi bu sınıfa şâmil değildir. Çünkü bunlar Allah'a kavuşmayı istiyor, fakat bu kavuşmaya lâyık olmak için ölümün gecikmesini diliyorlar.

3. Allah'ı bilen ve ona aşk ile bağlanmış olanlara göre ölüm daima anılan ve beklenilen bir olaydır. Bunlar sevgiliye bir an önce kavuşmak için can atar, ölümün bir türlü gelmeyişinden şikâyet ederler.

4. Bunlardan mertebe ve irfanı daha yüce olanlar, işi Mevlâ'larına bırakanlardır. Bunlara göre en iyisi sevgili Mevlâ'nın istediğidir. O neyi murat ederse istenmeye ve sevilmeye lâyık olan odur. (Gazzâlî, İhyâu Ulûmi'd-Dîn, I/434).

Laik-seküler kesim birinci maddede yer aldıklarından dolayı ölümü anmak onların dünyevî zevklerine son veren bir gerçek olduğu için unutarak bu işi halletmeye çalışmaktadırlar. Bu, kafayı kuma sokarak kuyruğu açıkta bırakmaktır.

Hâlbuki hayatla ölüm arasındaki mesafe, gözün siyahı ile beyazı arasındaki mesafe kadardır. Yani hayatla ölüm iç içedir. Biraz önce oturup yiyip içtiğimiz, espri yaptığımız, ağlayıp güldüğümüz bir yakınımızın, arkadaşımızın, tanıdığımızın ölüm haberini alınca; “Vay be, daha bu akşam beraberdik, oturduk, muhabbet yaptık. Demek o da mı aramızdan ayrıldı” diyerek hayretimizi gizleyemeyiz.

Ölümle iç içe olmamıza rağmen çoğumuz, laik propagandanın etkisinde kalarak en yakınımızın ocağına düşünceye kadar ölümü pek aklımıza getirmeyiz. Onu anmayı erken buluruz. “Şimdi onu düşünmenin zamanı değil” deriz. Hâlbuki gaye insan, ufuk peygamber bu konuda şöyle buyurmuştur:

Aslında sizler ölümü çok sık hatırlamış olsaydınız şu gördüğüm vaziyette olmazdınız. Öyleyse ağzınızın tadını bozan ölümü çok hatırlayın.(Tirmizî, Sıfatü’l Kıyâme, 26).

Herkes de biliyor ki ölümden kaçış ve kurtuluş yoktur. Bu gerçeği Yüce Rabbimiz şöyle buyurur:De ki: Kaçıp durduğunuz ölüm, muhakkak sizi bulacaktır.” (62/Cuma:8)

Nerede olursanız olun, sağlam ve güçlendirilmiş kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size ulaşacaktır.” (4/Nisâ:78). “Her canlı ölümü tadacaktır.” (29/Ankebût:57)

Merhum Necip Fazıl bu konuda şöyle der:

Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber

Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber?

Ölüm bu kadar net olduğuna göre akıllı insan, ölümü unutan değil, onu tefekkür edendir. Bir gün sahabeden biri Efendimize gelerek:

Mü’minlerin hangileri daha akıllıdır?” diye sordu. Sevgili Peygamberimiz (sav) de şöyle cevap verdi; “Ölümü en çok hatırlayanları ve ölüm sonrası için en güzel şekilde hazırlananları, onların en akıllı olanlarıdır.” (İbn-i Mâce, Zühd, 31)

Meşhur Osmanlı ulemasından Molla Cami’ye; “Üstadım! Ölüm anıldığında insanlar neden soğuk soğuk terler, renkleri atar?” diye sorulduğunda şu anlamlı cevabı verir; “İnsanlar imar ettikleri yerden imha ettikleri yere gitmek istemezler de ondan evlat.

Hâlbuki Yüce Allah; “Allah'ın sana verdiğinden ahiret yurdunu ara ama dünyadan da nasibini unutma.(28/Kasas:77) buyurmak suretiyle asıl yatırımın ahiret için yapılmasını, dünyadan da el etek çekilmeden oradan da nasibimizi almamızı istemektedir.

Sanki çoğu insanımız bu ayeti tersinden uyguluyor. Allah ne verdiyse dünyası için yatırımda bulunuyor, cumalara giderek, kandil gecelerinde camileri doldurarak, Kur’an’ı hayattan koparıp Perşembe geceleri, ölülerin kırkıncı, elli ikinci geceleri ve açılış törenlerinde okutarak, birazcık da sadaka vererek ahiretten nasibini unutmama yolunu tercih ediyor.

Ahiret bilinciyle yaşayan Müslüman; dünyasını imar ederken bile ahiretini imar etmeyi amaçlar. Ahiret için ne gönderdiğine bakar. Yüce Allah bu konuda da şöyle buyurur; “Ey iman edenler; Allah’tan korkun ve herkes, yarın için önden ne göndermiş olduğuna baksın. Hem Allah’tan korkun; çünkü Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.(59/Haşr:18).

“İnsanoğlu malım malım der durur. Hâlbuki âdemoğlunun yiyip tükettiği, giyip eskittiği ve sağlığında Allah’ın “ver” dediği yere vererek önceden gönderdiğinden başka kendisinin olan neyi var? Gerisini ölümle terk eder ve insanlara bırakır.” (Müslim, Zühd 3, 4; Tirmizî, Tefsîr, Tekâsür).

Durum bu kadar net olduğuna göre, ölüm gelmeden evvel, bizi ahirette karşılayacak olan önceden göndermemiz gerekenleri çoğaltmalıyız. Fırsat eldeyken ve malımızın tasarrufu bizde iken bu gönderileri ihmal edersek sonunda pişman olacak olan biziz... Unutmayalım ki ahiret sonsuz, dünya sonlu olduğu için, ahiret dünyadan değerlidir. Yüce Allah bu gerçeği şöyle ifade eder; “Siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Oysa ahiret daha hayırlı ve süreklidir.” (87/Ala:16-17).

İşte sınırlı ömür sermayesinde Allah’ın verdiği nimetleri ahiret yurdunu arayarak akıllılar safında yerimizi almak istiyorsak, Rasûlullah’ın; “Akıllı insan nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır.(Tirmizi, Kıyame 25; İbn-i Mâce, Zühd 31) hadisine kulak verip, dünyada yaşarken ahiret endişesi taşımalı, sahip olduğumuz nimetlerle ahiret yurdunu aramalı ve dünyadan da nasibimizi unutmamalıyız. Var mı başka izahı?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Musab Seyithan Arşivi