Günümüz dünyasını anlamak: İlim ve ahlak (Ayrılmaz ikili)
Çağları aşan bir bilgelikle bize seslenen ecdadımız, bireylerin ve milletlerin kaderini belirleyen sarsılmaz bir denklemi miras bırakmıştır. Bu denklem, medeniyetin iki temel taşı olan ilim ve ahlak üzerine kuruludur. Bu iki kavramın birbiriyle olan ilişkisi; bir toplumun zalim mi, mazlum mu, esir mi, yoksa payidar mı olacağını belirleyen nihai formüldür. Geleceğe dair bir uyarı ve bir reçete niteliğindeki bu kaynak, bize net bir yol haritası çizer.
Temel tehlike, gücün yozlaşmasıdır. Ecdat bu konuda kesin bir hüküm vermiştir: "Bir adamın İLMİ olsa, AHLAKI olmaz ise o adam ZALİM olur." Bu, bilginin, yani "ilmin", ahlaki bir temelden yoksun kaldığında bir silaha dönüştüğünün ilanıdır. Bilgi; stratejidir, teknolojidir, servettir. Ancak bu gücü elinde tutan kişi, adalet, merhamet ve erdemden oluşan bir "ahlak" süzgecine sahip değilse, o bilgi kaçınılmaz olarak zulmün aracı haline gelir. Bu ilke, sadece bireyler için değil, milletler için de geçerlidir: "Bir milletin İLMİ olsa, AHLAKI olmaz ise o millet ZALİM olur." Tarih, ileri teknolojisine ve bilgisine rağmen ahlaki çöküntü yaşayan milletlerin, nasıl küresel tiranlıklara dönüştüğünün acı örnekleriyle doludur.
Ancak denklemin diğer ucu da aynı derecede tehlikelidir. Ahlak tek başına bir koruma kalkanı değildir. Atalarımız bu zaafı şöyle belirtir: "Bir fert AHLAK sahibi olup İLİM olmaz ise MAZLUM olur." Bu, yetkinlikten yoksun iyiliğin trajedisidir. Bir birey veya toplum, dünyanın işleyişini, haklarını, bilimi ve stratejiyi bilmekten acizse, sahip olduğu temiz ahlak onu korumaya yetmez. İlim sahibi zalimler karşısında savunmasız kalır, hakkını arayamaz ve sömürülür. Bu durum, iyi niyetin cehaletle birleştiğinde nasıl "mazlum" yarattığının açık bir kanıtıdır.
En karanlık senaryo ise her iki değerin de kaybedildiği "yokluk" halidir. Miras aldığımız bilgelik, bu çöküşü net bir dille ifade eder: "Bir millette ne İLİM var ne AHLAK, var o millet ESİR olur." Hem bilgi üretme yeteneğini (ilim) hem de bir arada yaşama iradesini ve vicdanını (ahlak) yitiren bir toplum, kendi iç dinamikleriyle çürür. Ne adil bölüşebilir ne de kendini savunabilir. Kendi kaderini tayin etme yetisini kaybeder ve kaçınılmaz olarak "esir" düşer. Bu esaret; askeri, ekonomik veya kültürel bir boyunduruktur.
Nihayetinde ecdadımız, bu karmaşık denklemin tek çözümünü, yani kurtuluşun ve kalıcı olmanın formülünü de bizlere sunmuştur. Bu, bir hedef ve bir idealdir: "Bir millette hem İLİM var hem AHLAK, o millet MESUT ve PAYİDAR olur."
Mutluluk (mesut) ve kalıcılık (payidar), ancak bu iki kanadın birleşmesiyle mümkündür. İlim, topluma güç, refah ve ilerleme yeteneği kazandırır. Ahlak ise bu gücün adaletle kullanılmasını, refahın hakça paylaşılmasını ve toplumsal barışın tesis edilmesini sağlar. Biri olmadan diğeri eksiktir; biri olmadan diğeri ya zalim eder ya mazlum.
İŞTE EĞİTİMDEKİ PROBLEMELRİMİZİN ÇÖZÜMÜ…
