Osman Uzunkaya

Osman Uzunkaya

Hafız İsmail (83)

Hafız İsmail (83)

                Akşam saatlerinde çalınan kapıyı merakla açan hafız İsmail, karşısında muavin Sedat’ı görünce sevincinden ne yapacağını şaşırdı. Çünkü Sedat köyün “Haber güvercini” Gibiydi. Şehirdeki garajdan köy otobüsüne emanet edilen mektup ve pusulaları köydeki sahiplerine ulaştırır, bunu yaparken de hiç yüksünmezdi. Elini önü yamalı lacivert ceketinin iç cebine attı. Çıkardığı pusulalara dikkatlice göz gezdirdi. Elindeki pusulayı; “Bu senin hafız, buyur.” Diyerek uzattı. Hafız İsmail heyecanla pusulayı alıp muavin Sedat’a teşekkür etti. Muavin Sedat’ın oradan uzaklaşmasını beklemeden aceleyle içeri girip gaz lambasının önüne oturdu. Hanımı Fadime’ye; “Hatun gel hele köyden haber var!” Diye bağırdı. Sarı saman kâğıdına arkalı önlü yazılmış pusula, köydeki babası hacı Mehmet’ten geliyordu. Pusulada babası onları bir hafta on güne kadar ziyaret edeceğini bildiriyordu. Bu haber hafız İsmail’i sevince boğdu. Gözlerinden yanaklarına hücum eden sevinç gözyaşlarına mani olamadı. Onun bu halini gören hanımı; “Güleceğin yerde ağlıyorsun, yapma böyle.” Diye söylendi. Sanki nefes alma zorluğu yaşarmışçasına bir müddet burnundan soludu. Sonra sağ işaret parmağıyla çenesine kadar uzanan gözyaşlarını sildi. Ağlamak ona iyi gelmişti gelmesine ama o hala derin düşüncelerin zirvesinde takılıp kalmıştı. Sağ kolunu pencerenin geniş bacasına koyarak yüzünü cama döndü. Gözü bir an dışarıdaki karanlığa takıldı. Ay’ın karanlığı yararak pencere pervazını yalayıp içeri süzülen ışığı ruhundaki fırtınayı biraz olsun dindirmişe benziyordu. İçi tekrar kanamaya başladı. Babam geliyor da sen neredesin anacığım? Diyen iç sesine cevap veremedi. Annesinin Ay ışığı gibi güzel yüzünü hatırladı. Onun, “gara kuzum” Diyen sesi kulağını tırmaladı. Tekrar ağlamaya başladı. Biraz önce döktüğü mutluluk gözyaşları şimdi hüzün gözyaşlarına dönüşmüştü. Bir süre ağladı. Kendi kendine, bu gece bana uyku haram diye mırıldandı. Az ötede uyuyan hanımıyla çocuklarını seyre daldı. Ayağa kalktı, parmak uçlarına basarak odanın kapısına yöneldi. Dışarıda azgın bir seher yeli hüküm sürmekteydi. Abdestini aldı. Palto’dan bozma gri renkli ceketini sırtına geçirdi. Köpek ulumaları arasında, sağ eline aldığı tespihini çekerken kalbi çoktan; “Allah” Demeye başlamıştı. Ayakları cami yoluna,  gönlü sabahın bereketine ram olmuştu.

                Köy otobüsü bugün babasını getirecekti. İkindi namazını babasına kavuşma heyecanıyla kıldı. Otobüsün gelmesine bir saatten fazla zaman vardı. Caminin kuzey çaprazında bulunan, “Köse bakkal”a selam verip, onun uzattığı sandalye ye ilişti. Köse bakkalla muhabbete daldı. Gözü kolundaki saatten ayrılmıyordu. Köse bakkal onun bu heyecanlı haline anlam veremediğinden dem vurup; “Hafız çocuk gibisin vallahi.” Diye söylendi. Daha sonra, “Ne olmuş yani baban gelecekse.” Diye ilave etti. Hafız İsmail, köse bakkalın bu sözlerini gülümseyerek karşıladı. Muhabbet devam ederken köy otobüsünün o meşhur korna sesi kulaklarda yankılandı. Bakkaldan yıldırım hızıyla dışarıya fırlayan hafız İsmail; “Geldi” Diye bağırdı. Ardından şaşkınlıkla baka kalan köse bakkal içinden; “Allah, Allah!” Diye mırıldandı.

                Sağ elinde sepeti,  sol omzunda kırmızı heybesiyle otobüsün kapısında görünen hacı Mehmet’i sevinçle karşılayan hafız İsmail’in keyfine diyecek yoktu. Baba oğul bir birlerine sarıldılar. Hafız İsmail ağlamamak için kendini zor tutuyordu.     (devam edecek)

                Sağlıcakla kalınız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Osman Uzunkaya Arşivi
SON YAZILAR