Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Prof. Dr. Ramazan Altıntaş Mevlânâ ve kaybolan aile huzuru

Mevlânâ ve kaybolan aile huzuru

Yüzyıllar önce Konya sokaklarında yankılanan bir ses var hâlâ kulaklarımızda… Mevlânâ’nın sesi. Zaman değişti, evler küçüldü, kalabalıklar arttı ama insanın kalbi aynı kaldı: sevilmek isteyen, anlaşılmak isteyen, yuva arayan bir kalp…

Bugün aile dediğimiz şey, çoğu zaman aynı çatının altında susarak yaşamak hâline geldi. Oysa Mevlânâ için aile, suskunluk değil; sevgiyle konuşan gönüllerin birliğiydi. Evliliği, nefsin dizginlenmesi olarak görürken aslında insanın kendisiyle yüzleşmesini kastederdi. “Vakti gelince evlenmek gerekir” derken, sadece biyolojik bir ihtiyacı değil, ruhun olgunlaşma çağını işaret ediyordu. Kavun misali… Yarılmazsa çürüyen, geciktirilirse ziyan olan…

Bugün iki sevgiliyi aynı kalpte taşımaya çalışan çağın insanına, yüzyıllar öncesinden sessiz ama derin bir uyarı gönderiyor, Mevlânâ: “İki sevgiliyi sevmek mümkün değildir.” Sevginin bölündükçe eksildiğini, paylaşıldıkça çoğaldığını bilen bir bilgenin sözleri bunlar. Sevgi varsa acı tatlıya dönüşür, bakır altın olur. Ama sevgi bilgiyle beslenmezse, bilgi hikmete dönüşmezse, evlerin içi kalabalık ama ruhu ıssız kalır.

Mevlânâ’nın evine baktığımızda, bugünün gösteriş yarışından eser yoktur. Fakirliğe sabır, nimete şükür, sofraya paylaşma hâkimdir. Evinde pişen yemeğin fakirlerle paylaşılması, sadece bir ahlak dersi değil; çocuklara bırakılan sessiz bir mirastır. Çünkü çocuk, en çok söylenenleri değil, yaşananları öğrenir.

Ve anne… Mevlânâ’nın dünyasında anne sıradan bir varlık değildir. “Kadın nurdur” derken, anneliği ilahi bir emanet olarak görür. Dokuz ay karnında taşıdığı evladı, kendi canından bir parça gibi beslemesini ister. Anne sütüne verdiği önem, sadece bedene değil, ruha da gıdadır. Ama bir de uyarısı vardır: Çocuğuna merhamet etmeyen, hayattayken sevgisini esirgeyen anneler… Sonra mezar başında toprağa yüz süren ama geç kalmış kalpler…

Ne acı değil mi? Sevilmeyen çocuklar büyüyor bugün; ama mezar taşlarına çiçek koymayı ihmal etmiyoruz.

Mevlânâ, çocuğun ilk kelimesinin annenin sesi olduğunu söyler. Bugün çocukların dilinde öfke, acele, kırgınlık varsa, aynaya bakmamız gerekmez mi? Oyunla eğitimi asırlar önce fark eden Mevlânâ, çocuğun kılıçla, bebekle oynarken aslında kendini tanıdığını anlatır. Bugün ekran başında büyüyen çocukların hangi oyunda insanlığı öğrendiğini sormak içimizi acıtıyor.

Bir de babalar… Mevlânâ’ya göre baba sadece eve ekmek getiren değil, çocuğunun yoluna ışık tutandır. Okul ile aile arasındaki bağ koparsa, çocuk arada kaybolur. Öğretmenle kavga eden, ustasını küçümseyen bir neslin bilgiye değil, kibire büyüdüğünü görürüz.

Mevlânâ öğretmeni sevmeyi, ustaya saygıyı bilginin anahtarı sayar. Bugün “her şeyi bilen” ama hiçbir şeyi içselleştiremeyen gençliğin en büyük kaybı belki de budur.

Ve son olarak… Mevlânâ’nın evinde yüzler gülüyordu. “Sen bana gülümsediğin için neslim de güler yüzlü oldu” derken, huzurun miras bırakıldığını anlatıyordu. Bugün yüzler neden bu kadar yorgun, bu kadar kırgın? Belki de evlerin içi sessiz çığlıklarla dolu… Mevlânâ’nın yüzyıllar ötesinden gelen sesi hâlâ diri. Bize aileyi, evliliği, çocuğu yeniden düşünmeyi öğretiyor. Eğer onu dinleyebilirsek, belki evlerimiz yine yuva olur; çocuklar korkuyla değil sevgiyle büyür. Ve belki o zaman, mezar taşlarına değil, yaşayan kalplere yüzümüzü sürmeyi öğreniriz…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Ramazan Altıntaş Arşivi

Şeb-i Arûs’un Manevî Yankısı

09 Aralık 2025 Salı 00:03

Maneviyatın Dijital İstismarı

18 Kasım 2025 Salı 00:02

Sudan’ın sessiz çığlığı

11 Kasım 2025 Salı 00:03

Medya Ahlakı, Gazze ve Batı Vicdanı

04 Kasım 2025 Salı 00:04

Seri Kâtil’e Kim Dur Diyecek?

21 Ekim 2025 Salı 00:04

İslamî Birliğin Kök Değerleri

07 Ekim 2025 Salı 00:03