Musab Seyithan

Musab Seyithan

“Nuru Muhammedî” uydurması

“Nuru Muhammedî” uydurması

Geçen haftaki yazımda “Sen olmasaydın bu kâinatı yaratmazdım” uydurmasını ve asılsızlığını, ilim ehlinden yaptığım nakillerle ortaya koymuştum. Her zaman olduğu gibi fanatik tarikatçılar tarafından hücuma uğradım. Umurumda sanki. Ben pislikleri halının altına süpürenlerden değilim. “Bu konulara girersen tarikatçıların fincancı katırlarını ürkütürsün. Ağrımadık başını ağrıya sokarsın, onları karşına alırsın” diyen tatlısu Müslümanlarına da itibar etmem. Aslında ben onları karşıma almıyorum, körü körüne onların dediklerini kabul etmeyip ilim ehlini konuşturduğum zaman onlar benim karşıma geçiyorlar. Ben onlara parmağımla güneşi gösteriyorum, onlar benim parmağımın ucuna bakıyorlar, göstermek istediğimi görmek istemiyorlar. Benim de herkesi memnun etmek gibi bir derdim yok. Hz. Ali’nin ifadesiyle “Herkesi memnun etmek/herkesle iyi geçinmek nifak alameti, hiç kimseyi memnun etmemek/herkesle dalaşmak da şikak alametidir.” İkisinden de beriyim.

Bir zamanlar Kayseri merkez vaizlerinden birisi; “Bana, mahalli bir televizyonda “Fıkıh saati” programı teklifi yapıyorlar, onu seninle yapalım. Sen sunucu ol, sorular sor, canlı yayında soru al. Yalnız bana mezheplerle, tarikatlarla ve diyanetle ilgili soru sorma, onun dışında serbestsin” dedi. O minval üzere epey bir süre o programı yaptık. Sonra kendisi akademisyen oldu ve şu anda fıkıh profesörü olarak emekli.

Neden bu üç alanda soru sorulmasını istemediğini daha sonra anladım. Eğer ilerde akademisyen olmayı hedefinize koyuyorsanız, ya da ağrımadık başınızı ağrıya sokmayıp tatlısu Müslümanlarından olmak istiyorsanız bu konulara girmemelisiniz. Çünkü bu konular zülfü yâre dokunan konulardır. Bu alanlar mayınlı mıntıkalardır… Bu alanlar, taşların bağlanıp köpeklerin serbest bırakıldığı alanlardır…Özellikle mezhepler ve tarikatlarla ilgili eleştirel bir yazı kaleme aldığınız zaman mezhep ve tarikat holiganları tarafından linçe tâbi tutulursunuz. Bu mayınlı mıntıkalara girmek, Taif’e gitmek gibi bir şeydir. Taif’e gitmeyi göze alabiliyorsanız taşlanmayı da göze alacaksınız. “Taif’e Giden Taşlanır” kitabının yazarı olarak ben bunu çoktan göze almış durumdayım. “Bütün fanatikler esbâb-ı cefâsın toplasın gelsin, dönersem kahpeyim bu azimetten” diyenlerdenim. Bu efelenme ve tafra atmak değildir. Bu konuda benim yazılarımı takip edenler iyi bilirler ki ben, “Kur’an bize yeter” deyip dinde olanı yok sayarak bir din inşa eden hadis karşıtı modernist bidat ve hurafecilerle, dinde olmayanı dine sokan ilkel bidat ve hurafecilere aynı üslubu kullanırım. Bunlara karşı yazmış olduğum “Peygambersiz İslam” ve “İslam’ın Güncellenme Meselesi” kitaplarım ortadadır. “El âlem ne der?” putunu kırarak, hayatının merkezine “Allah ne der?” anlayışını koymuş biri de bu iki bidat ve hurafe şebekesinden çekinerek bildiklerini ifade etmekten kaçınacak değildir. Bizim yol haritamızı; “Yoksa sizden öncekilerin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden Cennete gireceğinizi mi sandınız?” (2/Bakara:214) ayeti ile lafzında problem olmayıp senet bakımından zayıf görülen “Kişi, hakkı söylemesi gereken yerde mutlaka hakkı söylemelidir. Bu onun ne ecelini öne alır ne de kendisine ait rızıktan mahrum eder.” (Beyhaki, Şu’abu’l İman, 7172) hadisi belirler.

Nuru Muhammedî Uydurması” başlıklı bu yazım da bazı bidat ve hurafecileri rahatsız edecek ve bayramlık ağızlarını açacaklardır. Konuşmalarında ve ilahilerinde “Dövene elsiz gerek, sövene dilsiz gerek” derler ama palavra. Dövme ve sövmeyi geçtik yaptıkları bir hurafeyi veya peşine takıldıkları kişilerin bir sözünü eleştirdiğiniz zaman sizin ne mezhepsizliğiniz kalır ne de tasavvuf düşmanlığınız… Sizi Selefî, Vahhabî, hatta Şia bile ilan ederler ve tekellerine aldıkları Ehli Sünnetin dışına atarlar. Ağızlarını bozanlar da cabası... Ama biz kendimizin ne olduğunu biliyoruz. Bidat ve hurafe ehline şirin gözüküp onlardan icazet almaya, ya da makam kapmaya hiç mi hiç ihtiyacımız yok elhamdülillah. Kendinden başka kimseye muhtaç etmemesi için Rabbine daima duaya duranlardanız.

Bazı okurlarımız da bu konularda bana “Aşağılayıcı üslup kullanıyorsun” demekteler. Ben onlara diyorum ki; benim Peygamberim “Her kim, söylemediğim şeyleri bana isnat ederse cehennemdeki yerine hazırlansın!(Buhârî, İlim, 38) buyuruyor ve ilaveten de mevzu/uydurma bir hadisi nakleden kimse için de; “Kim, yalan olduğu bilinen bir sözü benim hadisim olarak naklederse o da yalancılardan biridir.” (Müslim, Mukaddime, 1; Tirmizî, İlim, 9/2662; İbn-i Mâce, Mukaddime, 5/39) buyurmak suretiyle bizleri uyarıyor. Yalan da büyük günahların en büyüklerindendir. Efendimiz (sav); "Size büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi?" buyurmuş ve bunu üç kere tekrar etmişlerdi. "Evet!" denince:

"Allah'a sirk koşmak, anne ve baba haklarına riayetsizlik, cana kıymak!" buyurdular. Bu sırada dayanmış durumda idi, doğrularak: "Haberiniz olsun! Yalan söz, yalan şahitlik!" dedi ve bunu o kadar tekrar etti ki, "Keşke kesse artık!" temennisinde bulunduk." (Buhari, Sehadat 10, Edeb 6, Isti'zan 35, Istitabe 1; Muslim, İman 143, (87); Tirmizi, Sehadat 3, (2302)).

İşte Peygamber Efendimize yalan isnat ederek veya bu yalanı naklederek iftira eden diplomalı veya diplomasız yalancıları müsaade buyurun da biraz aşağılayalım. Onlar, Rasûlullah’a iftira ettikleri için bunu çoktan hak ediyorlar. Tebrik etmemizi beklemezsiniz herhalde! Bu da benim üslubum. Her yazar, Hz. Ebubekir ve Hz. Osman üslubunda olacak diye bir kaide yok. Bizim Hz. Ömer ve Ebuzer’lerimiz de vardır. Merhum Hasan Karakaya’mız da vardı. Allah rahmet eylesin.

Bu dîbaceden sonra Nuru Muhammedî uydurmasına gelecek olursak: Güya şöyle bir hadis varmış; “Cabir b. Abdullah anlatıyor: Rasûlullah’a sordum, Ey Allah’ın Rasûlü! Anam-babam sana feda olsun. Allah’ın ilk önce yarattığı şeyi bana söyler misin? Buyurdu ki: Ey Cabir! Eşyadan önce kendi nurundan senin peygamberinin nurunu yarattı. Bu nur, Allah’ın dilediği yerleri dolaşıp gezerdi. O zaman ne levh, ne kalem, ne cennet, ne cehennem, ne melek, ne yer, ne gök, ne güneş, ne ay, ne cin, ne de insan vardı. Allah-u Teâlâ mahlukatı yaratmayı murat edince, bu nuru dört parçaya ayırdı. İlk parçadan kalemi yarattı. İkinci parçadan levhi yarattı. Üçüncü parçadan arşı yarattı. Sonra dördüncü parçayı da dörde ayırdı. Birinciden gökleri yarattı. İkinciden yerleri yarattı. Üçüncüsünden cennetle cehennemi yarattı. Dördüncü parçayı yine taksim ederek dörde ayırdı. Birinciden Mü’minlerin gözlerinin nurunu, ikincisinden kalplerinin nurunu yarattı ki o Allah’ı bilmedir. Üçüncüsünden ise dillerinin nurunu yarattı ki o da kelime-i tevhiddir.” (Prof. Dr. Muhittin Uysal, Tasavvuf Kültüründe Hadis, s.276, Yediveren,2001)

Evet, yerseniz Nuru Muhammedî diye uydurdukları hadis budur. Ben sizlere “Hadis” diye uydurulan bu sözün tarihî serencamını -bir makalenin ebadını çok aşacağı için- bu yazımda anlatacak değilim. Kendisini tanıdığım ve ilmin namusunu koruyan, eserini hazırlarken tasavvufa karşı önyargısı olmayan ve rivayetleri ilmî kriterler çerçevesinde değerlendirip sonuca varan, NE Ün. İlahiyat Fak. Hadis Profesörü Muhittin Uysal hocamızın doktora tezi olan Tasavvuf Kültüründe Hadis adlı eserini kaynak olarak veriyorum. Bendekinin baskısı Yediveren yayınlarından 2001 yılında yapılmış. Bu güzide eserin 274-280. Sayfalarında konu efradını cami, ağyarını mâni bir şekilde kaynaklara inilerek anlatılmış. Uydurma olduğu, muhakkik ilim ehlince tescillenmiştir. Oraya baş vurmanızı tavsiye ederim. Bizler ilim ehline değer veririz, emeklerine saygı duyarız. Rivayetlerin gerçeğini uydurma olandan, sahihini sakiminden ayıt eden bu âlimlerimize minnettarız. Tabii bu ilim ehlinden kastımız tahkik ehli olanlardır. Taklit ehli değil… Onlar geçmişi sorgulamadan bugüne taşır. Onlara ilim ehli demekten çok malumat sahibi demek daha uygundur. Onlar bilgi hamalıdırlar. Allah kurtarsın.

Bütün bu dediklerim gerçeği öğrenmek isteyenler içindir. Zihin konforlarının mahkûmu olanlara bir şey anlatamazsınız. Zihin konforu, daha önce öğrendiği merdiven altı bilgilerin doğru olduğuna kesin olarak inanıp zihnini yeni bilgilere kilitlemek demektir. Deveyi hendekten atlatabilirsiniz ama onlara laf anlatamazsınız. Rabbim, onları bu fanatizmden kurtarsın. Allah’ın bak dediği yerden görmek nasip olsun. Rabbim bizlere Kur’an’ı ve Sünneti bidat ve hurafeden uzak olarak doğru anlamayı, doğru inanmayı ve doğru yaşamayı nasip etsin. Uydurmalarda ısrar edenlere de “Leküm dinüküm veliye dîn” der geçeriz. Vesselam.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Musab Seyithan Arşivi
SON YAZILAR