Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal

Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal

ÖNCELİK 78 MİLYON OLMALI

ÖNCELİK 78 MİLYON OLMALI

Günlerdir merakla beklenen partilerin milletvekilleri aday listeleri açıklandı, büyük bir oranda da adayların büyük kısmı kesinleşti sayılır. Aday listeleriyle ilgili her partiyle ilgili bir çok yorumlar yapıldı, olumlu ve olumsuz olmak üzere. Fakat bazı dikkat çekici noktalar da yok değil. En önemlisi barajı geçse de geçemese de ülkemiz siyasetini kökten etkileyebilecek boyutta sonuçlar doğurmaya aday, HDP’nin bağımsız adaylarla değil de parti olarak seçime girme kararı alması. Diğer konulara genel olarak bakacak olursak, HDP’nin aday listelerinde en çok kadınlara yer veren parti olması, tüm partilerin adayları arasında üniversite mezunlarının yoğunluğunun fazlalığı, hukukçu milletvekili adaylarındaki artış, 31 partiden neredeyse yüzde kırkının (12 tanesi) teşkilatlanmasını tamamlayamadığı için seçime girememesi şeklinde sıralanabilir. Ayrıca partilerin seçim beyannamelerinin açıklanması AK Partiyle başladı, sırayla gelecek anlaşılan. Ülkemiz siyasetinde realite şu: İktidar her şeyin en doğrusunu yaptım havasında, ayrım gözetmeksizin muhalefet ise yapılanların tamamının yanlış olduğu düşüncesinde. Sadece partiler mi? kesinlikle hayır; yazılı ve görsel basınıyla, köşe yazarıyla, gazetecisiyle, hatta her ferdiyle. Kısacası iktidarıyla, muhalefetiyle, herkesin hangi konu olursa olsun, olaylara yaklaşım tarzları tam bir fanatizm derecesinde. Tüm bu gelişmelerden neden bahsettik diye sorulacak olursa, partilerin kendi politikalarını, düşüncelerini, projelerini anlatmaya çalışmaları, halkı bilgilendirmeleri gerekirken, mahalle kabadayıları misali birbirlerine efelenmeleri. Temel sıkıntı burada. Sanki 1980’lerin yumurta mı tavuktan tavuk mu yumurtadan türünden tartışmaların siyaset olarak millete yutturulduğu günlere mi döndük? diye, insan düşünmeden edemiyor. Seçim sürecine girdiğimiz ülkemizde bu tür tartışmaların boyutunun seçimle sınırlı kalması, ekonomik açıdan derin etkiler bırakmaması temel dileğimiz ama işin aslı öyle değil. Partilerin en temel konularda bile anlaşamamaları, ülkemizin dışarıdan adeta kaos şeklinde görülmesine neden olmakta ve film burada başlamakta. Kendi gelirimizle giderleri karşılayamadığımız, yani dış kaynağa, dış borca ihtiyacımız olduğu uzun lafın kısası GSYH’ya oranı azalmasına rağmen cari açık vermeye devam eden bir ekonomiye sahip olduğumuz için, bu kaos görünümünün halka yansımasının üzerinde durmak lazım. Dış dünyaya, kendi aramızdaki fındık kabuğunu doldurmayacak konularda yaptığımız sözüm ona siyasi mücadeleden dolayı -doğru ifadesiyle kavga- verdiğimiz kötü resim nedeniyle, en basitinden kredi derecelendirme kuruluşunun bile ağzının içine bakar duruma düştük. En üst düzey devlet yetkilileri, onlara laf yetiştirmekten nerdeyse normal devlet işlerini yapamaz konumuna geldiler. Fazla değil bundan yaklaşık on dört, on beş yıl öncesi IMF memurlarının ülkemizde cirit attıkları günlerde bakanlarımızın, müsteşarlarımızın adeta hazırolda, diken üstü modunda bekledikleri günler hala hafızalarımızda. Biz kendi içimizde bir kaşık suda fırtına koparırsak, halkın çıkarlarını değil de kendi siyasi hedeflerimizi ön planda tutarsak, aslında hep birlikte kaybedeceğimiz bir sonuca doğru gittiğimiz gibi üç beş derecelendirme kuruluşunun da oyuncağı olmaktan kurtulamayız. Yukarıda belirttiğim gibi cari açığı kapatabilmek için mecbur olduğumuz dış kaynak ihtiyacını daha düşük faiz oranlarıyla borçlanma imkanı varken, sırf siyasi çatışmadan dolayı daha yüksek faizlerle borçlanmak zorunda kalıyoruz. Daha sonra bu siyasi kavgadan kaynaklanan yüksek dış borcumuzu, iç borcumuzu daha genel olarak ifade edeyim cari açığı kapatmak için, kullanmak zorunda olduğumuz temel mal ve hizmetleri yüksek fiyatlarla kullanmak zorunda kalıyoruz. Herkesin anlayacağı şekilde sorayım lafı evelemeden gevelemeden; mesela dünya ülkeleri benzinin, motorinin litresini yaklaşık 2.5 TL.’ye kullanırken (2.5 TL’nin karşılık geldiği satın alma paritesi), biz bu değerin neden yaklaşık iki katını ödeyerek kullanıyoruz? Neden bizim vatandaşımız bir otomobil satın alırken, yarısından daha fazlasını vergi olarak ödüyor? Neden siyasiler tarafından sürekli tasarrufun öneminden bahsedilirken, kamu kurumlarının gösterişe yönelik harcamalarına (yeni makam araçları satın alınması; gereğinden fazla makam araçlarının tahsisinin devam etmesi; binalarda yapılan tadilat, boya, badana işleri; belediyelerin kaldırım taşlarını yenileme çalışmaları; bir türlü bitirilemeyen yol kazı çalışmaları…) hızla devam edilir? Ne kadar olacağı üç aşağı beş yukarı en başından belliyken neden defalarca asgari ücret belirleme toplantıları yapılır? Bu facia örneklerin sayısını artırabiliriz. Şimdi lafı yine evelemeden gevelemeden söyleyeyim, ülkemiz ekonomimizin düzlüğe çıkıp çıkmadığının, ekonomimizin iyi yönetilip yönetilmediğini basit ve kolayca anlamanın en kolay yolu; ne zaman biz benzini dünya ülkelerinin kullandığı fiyatla kullanmaya başladık (mesela şimdi yaklaşık 2.5 TL), otomobilin fiyatı içindeki vergi oranı %15’ler düzeyine indi, işte o zaman ülkemiz G7’ler grubuna katılmak için namzet ülke konumuna gelir. Değilse nice günler, aylar, yıllar, yerel ve genel seçimler geçer ama sonuçta yapılan zamlara katlanacak olan, halkın %90’ının kaynak olma özelliği! değişmez.

Dünyada hemen tüm ülkeler bir şekilde iktisadi istikrarı sağlama uğraşısında. Tüm sorunlarını çözmüş ülke sayısı yok denecek kadar az. Ülkeler iktisadi krizlerden, stagnasyonlardan, resesyonlardan fazla yara almadan kurtulma derdinde. Halkıyla bütünleşmiş, demokrasiyi toplum olarak içlerine sindirebilen bu savaştan galip çıkacak toplumlara, Rahmetli Kayahan’ın bir şarkısında söylediği gibi sevdanın yolları, diğer ülkelere ise kurşunlar! yani siyasi kavgalar, eğitim seviyesinin düşüklüğü, yüksek enflasyonlu günler, reel ekonominin geri planda kalması, kısacası geri kalmışlığın kısır döngüsü!

Soru: Deflasyonist ortamda vergiler azaltılır mı? Neden?...  

 

Sözün Gözü: Yarın, bugün çalıştığından bir fazla çalış.  

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal Arşivi
SON YAZILAR