İbrahim Çolak

İbrahim Çolak

Tabanca ile gösterilen penaltı...!

Tabanca ile gösterilen penaltı...!

Sözü fazla uzatmanın manası yok. Âcizane, beni, köşemdeki yazılarımı takip 
edenler bilirler ki siyasi olaylara ve özel günlere değin hemen hiçbir yazım 
yoktur. 

Bunun birkaç sebebi vardır. Birincisi: Siyasetin benim oynayabileceğim bir 
oyun olmadığıdır. İkincisi: Bu toplumda yaşayan hemen her insanın siyaset 
üzerine öyle ya da böyle bir şeyler söylediğini bilirim. Benim fazladan 
söyleyecek sözüm yoktur. Üçüncü ve en önemlisi sebep ise pratik hayattaki 
sabırlı mizacımı siyasi konularda gösteremiyor olmamdır. 
Hiçbir partiye kayıtlı üyeliğim yoktur. Son iki seçimdir oy kullanmadığımı 
da marifet değilse de söylemek isterim. 


Lades oynayıp bile bile kaybetmek için çok daha başka ve bana keyif veren 
alanlar bulurum kendime! 

Bu ülkede yaşayan biri olarak her ne kadar organik olarak ilgilenmiyor olsam 
da sağır ve kör olmadığımdan dolayı görür, okur ve duyarım. Duyduklarıma 
çoğu kez delilenirim. Anlamsız ve gereksiz bulmama rağmen moralim bozulur. 
Modern -seküler- anlayış çerçevesinde yaşayış ve algılayış biçimimin tanzim 
edilme gayretleri, kibar ve riyakar cümlelerle dinime, inancıma, atalarıma 
küfür edilmesi ve birilerinin yaşadığı toplumu yok sayarcasına akıl 
vermelerini, 
diretmelerini hazmedemem. Kimin aptal olduğunu kestiremeyecek hale gelirim. 

Ülkemde yaşananlar, yavrusunu yedikten sonra ağzından kanlar sızan kedi 
görüntüsünü hatırlatır bana! 


Kurallarını tamamen ''karşı takımın ''belirlediği bir oyundur bu. Kurallar 
ahlaki ve erdemli değilse de okur ve şuna razı olurum. Bu kuralları 
değiştirmeyecekseniz sahaya çıkmak ve şansımı denemek isterim. Kendimce 
hazırlanır ve donanırım. Maç başlar. Gerek iyi hazırlanmış olmam ve gerekse 
''karşı takımın'' beni hafife almış olma aymazlığından dolayı maçı kazanmaya 
yakınımdır. Amiyane tabirle pislik yapmaya başlarlar. Galip gelecek olmanın 
ruh haliyle sineye çekerim. Yenilmek kolay değildir ve hazmı zordur diyerek 
katlanırım. 

Hakemde ''karşı takımın'' adamıdır. Ancak ben inadına dirençli çıkmış ve 
maçı koparmaya başlamışımdır. Hakeminde yapabileceği fazla bir şey yoktur. 
Fakat şunu hep hissederim ki hakem en ufak bir hatamda maçı hükmen karşı 
takımın galibiyeti ile bitirecektir. Pür dikkat kesilirim. Hata yapmamaya 
çalışırım. 

Galibimdir. Aldığım tekmelere, tokatlara karşı sabırla dişimi sıkarım. Çünkü 
maç bitiyordur. Galibiyetin getireceği sevinç ve mutluluk çektiğim 
sıkıntıyı unutturacak, terimi kurutacaktır. 

Maç uzatıldıkça uzatılır. Kendi kendime ''Sabır,biraz daha sabır'' telkini 
yaparım 
durmadan. Yüzmüş yüzmüş kuyruğuna gelmişimdir diye düşünürüm. 




Top orta sahadadır. Hakem elini arka cebine götürür. Tamam, maçı bitirecek 
ve oh deyip, rahatlayacağımdır. O da ne? Hakem, arka cebinden bir tabanca 
çıkarmış ve tabancasının ucu ile penaltı noktasını göstermektedir. Şaşırmış 
gibi yaparım ama şaşırmam! Yalnız istihzalı bir dil ile sorarım : ''Hocam, 
top orta sahada. Siz penaltı veriyorsunuz. Bir yanlışlık olmasın?!'' Hakem, 
kendinden emin ve alaycı bir gülüşle şöyle der: ''Hayır, yanlışlık yok. İlk 
yarının ortalarında ceza sahasındaki bir pozisyon penaltıydı ama düdüğü 
çalmakta geç kalmıştım. İşte şimdi düdüğü çaldım ve penaltıyı verdim!'' 

Hakem hakemdir ve karar da karardır. İşin içine birde silah girdimi 
penaltıya itiraz etmek akıl karı değildir. Karşı takımdan ''iki yiğit'' 
arkadaş orta sahada penaltıyı ben atacağım kavgası yaparlar ve Ispartalı 
olanı topu alır. Eline aldığı topla ağır ağır ve çalımlı bir yürüyüşle 
penaltı noktasına doğru yürürken bende takımımı sahadan çektiğimi belirten 
bir yürüyüşle soyunma odasına doğru yürür ve boş kaleye penaltı atacak adama 
gülerim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Çolak Arşivi