Ömer Tokgöz
Ömer Tokgöz Toplumsal iletişim kodları

Toplumsal iletişim kodları

Mevsim artık sıcak yaz günlerinden eylül ayının daha serin günlerine doğru kulaç atıyor. Ay sonuna doğru önce yelek sonra mont ve ceket gibi giysilerle dolaşmaya başlarız. Ardından kasım, aralık ayı gibi kış mevsiminin serin ve ayaz günleri boy vermeye başlar. Havalar giderek daha soğuk, sisli, puslu, kapalı ve kurşuni renkte gri bulutlarla kaplı olmaya başlar. Hepimiz atkılı, bereli sarılıp sarmalanıp dışarı çıkmaya başladığımız anlara dönmüş oluruz.

Hava bugünlerde gayet açık gidiyor. Güneş Konya ovasında bir toplu iğne başı gibi kendini gösterip daha sonra tepsi gibi ufukta yükseliyor. Bu eşsiz şafak ayinini 15 yıldır Meram ilçesi Gödene yaylasından aralıksız dört mevsim izliyorum. Bu topraklarda insanlar arasında ev içi iletişimde günü karşılama anlamında genelde hayırlı sabahlar veya daha kibarcası olursa “sabah-ı şerifleriniz hayırlı olsun” mottosu yaygın bir kullanıma sahiptir. Sokakta, caddede ve iş yerinde karşılaşanlar ise selamlaşırlar ve Selamün aleyküm kalıbını kullanırlar.

Müslümanlar arası adab-ı muaşeret anlamında selam vermenin ve almanın Kur’anı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde dayanağı bulunmaktadır. Sözlükte “kusursuz olmak, kurtulmak, rahatlamak” anlamındaki selâm Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde “eman, kurtuluş, esenlik, barış” mânaları yanında “selâmlama” anlamında da geçer. İslâm âlimleri selâm vermenin sünnet, almanın farz olduğunu ve selâm verenin alana göre daha fazla sevap kazanacağını belirtmiştir. Âyet ve hadislerde geçen selâmlaşma ifadeleri dinin ana kaynaklarında yer alması sebebiyle mânevî bir değere ve özellikle ayrı dilleri konuşan müslümanlar arasındaki iletişimde bir nevi sembol işlevi görmesi bakımından özel bir öneme sahiptir. Selâmlaşmanın asıl amacı karşılıklı sevgi, dostluk, iyi niyet ve güzel dileklerin açıklanmasıdır.

Küreselleşme ve sekülerleşmenin etkisiyle günümüzde giderek geleneksel dinî selâmların yerini bu içerikten arındırılmış selâmlar almaktadır. Bazan da bir kültüre veya inanca ait selâm şekillerinin diğer kültürlere geçtiği görülmektedir. Her ne kadar dinî içeriği azalsa da selâm ifadelerine yerleşmiş olan ulûhiyyetle ilgili bazı kelimeler varlığını sürdürmektedir. Nitekim Fransızca’daki “adieu” (Allah’a ısmarladık), İspanyolca’daki “adios” (Tanrı’yla beraber git) ve İngilizce’deki “good-bye” (God be with you-Tanrı seninle olsun) gibi dinî içerikli selâmlar günümüzde de kullanılmaktadır. (https://islamansiklopedisi.org.tr/selam)

Selam deyince kavram olarak Esma-ül Hüsna’ da Allah’ın 99 isminden biri, Cennette Dar-‘üs selam olarak bir isimdir. Selam selametin çoğuludur. Cennetin bu şekilde isimlendirilmesinin sebebi birçok selameti içinde barındırmasındandır. Selam kavramı, selamet, kurtuluş, maddi ve manevi her türlü zararlardan, kötülüklerden uzak kalma, dünyevi musibetlerden ve ahiret azabından kurtulma anlamlarını topluca ifade eden bir terimdir. Hz. Peygamber İslam’ın hangi özelliği daha hayırlıdır, sorusuna “yemek yedirmek ve tanıdık tanımadık herkese selam vermek” şeklinde cevap vermiştir. İslamiyet bir yandan zihniyetimizin bir parçası olarak gündelik yaşam pratiklerimize sinerken bir yandan da her zaman kimlik, köken ve toplumsal düzenin ele alındığı en kapsamlı temel bağlamı yansıtmaktadır. (T.C. Fırat Üniversitesi S.B. Enstitüsü Temel İslam Bilimleri ABD, Tefsir Bilim Dalı Kur’an’da Selam Kavramının Semantik Analizi Y.L.Tezi, Muhammet Bilal Tolan, Elazığ – 2006,93sf.)

Söz kalıplarının yanı sıra gülümseme, el sallama, baş eğme, göz kırpma şeklinde jest ve mimikler de selamlaşma biçimi olarak görülür. Resmi üniforma içinde selam kurallara bağlansa da karşılıklı ilişki söz konusudur. Ayrıca selam, bir iletişim ve ilişkinin başlangıcı sayılır. (https://tr.wikipedia.org/wiki/Selamlaşma)

whatsapp-image-2025-09-05-at-21-20-03.jpeg

Eski zamanlardaki Konya’da şafak vakti günü karşılayan insanlar sabah namazlarını evlerinde veya mahalle mescitlerinde cemaatle eda ederler ve gün başlamış olurdu. O zamanlarda toprak ve kerpiçten ev düzeni içinde evin büyük kadını, gelini veya yetişkin çocuklar bahçe ve hayatlarını süpürür ve sularlardı. Varsa örtmeye iner, bastırık sekisinden günlük yiyecek ve içecekleri alır, kümese bakar ve gerekirse ekmek yapmak için tandır yakarlar idi. Evin erkeği dükkanına, çalıştığı yere, işine gücüne ve tarlasına giderdi.

Hayatın ritmi ve temposu doğa ile paralel organik bir düzlemde başlardı. Bu doğal iş ve hayat akışı Tanzimattan bu yana dünyada ve ülkemizde değişime ve dönüşüme uğradı. Özellikle batıda ortaya çıkan buhar enerjisi ve demir çelik endüstrisinin yaygınlaşması ile tarımsal faaliyetler yerine sanayi ön plana geçti. Kişisel iş ve uğraşların yerini firmalarda, fabrikalarda ve devlet kurumlarında ücretli emek olarak çalışma olgusu aldı. Endüstriyel çalışma saatleri temposu icat edildi, resmi mesai zamanları ortaya çıktı bu organik yaşantı takvimi aksamaya başladı. Artık müstakil bahçeli konutların yerini işçilerin bir arada yaşadığı toplu konutlar ve daha sonra apartmanlar almaya başladı. Evler doğal ürünlerin yetiştirildiği ve ev ekonomisi bağlamında kendine yeterliliğin sağlandığı ortamlar olmaktan uzaklaşmaya başladı.

Doğal atmosferden uzaklaştıkça insanlar eskiden hiç çaba sarfetmeden gördükleri güneş, mehtap ve yıldızları bile günü birlik ve koşuşturmaca içinde geçen hayatlarında fark etmez oldular. Yaşadıkları toplu konutlar, siteler ve apartmanlar ya ufku kapattığı için ya da gökyüzünü görmeyi engellediği için çoğu kimse gün açmış, kapanmış gökyüzünde yıldız varmış umursamaz oldu. Günümüzde özellikle kış ve sonbahar aylarında sabahın kör karanlığında okula giden öğrenciler ve işe giden memur ve işçiler gün doğmadan yola çıkar oldular.

whatsapp-image-2025-09-05-at-21-20-04-1.jpeg

Mesela bendeniz Gödene Toki’den yola çıkıp 45 dakika yolculuktan sonra Nalçacı caddesindeki Konya İŞKUR il müdürlüğüne ulaşıyor idim. Toki Türklerinden biri olarak şehir dışında bol oksijenli Gödene tepesinin eteklerinde yaşamanın bedeli benim gibi yüzlerce kişi için günde en az 1.5 saat yol gitmek idi. Dolayısıyla iş yerine vardıktan sonra güneşin ufukta yeni belirdiğini çok gözlemledim. Yolda sabah namazından çıkan cemaatle de az karşılaşmadık.

1970’li yıllardan itibaren eğitim hayatı ve iş hayatı içinde kolektif ortamlarda bulundum. Toplumsal ortamlarda karşılaşan kişiler birbirlerine karşı önce selam sonra kelam anlayışıyla hitap ederlerdi. Zamanla sabahları günaydın kelimesini de kullanır oldular. Gündelik hayat içinde endüstriyel çalışma ilişkileri yaygınlaştıkça cemiyet içinde selam vermek ve hayırlı sabahlar mottosundan günaydın mottosuna doğru bir geçiş süreci başladı. Osmanlı devleti zamanında başlayan alaturka yaşantı ve alafranga yaşantı ayrışması içinde selam verme alma veya günaydın deme ayrışması erken Cumhuriyet döneminde de devam etti. Günümüzde doğal bir söylem içinde her ikisini de kullanmaya devam ediyoruz. Good morning kelimesi İngilizcede ilk kullanımı ise 1485’li yıllara kadar gidiyor. Size iyi sabahlar diliyorum anlamında kullanılmış. (https://www-quora-com.translate.goog/Who-first-had-the-idea-to-say-Good-Morning)

Sabahları günaydın diyerek birbirimizi selamlama işini ilk kim çıkardı diye araştırdım. Günaydın kelimesini 2.meşrutiyet dönemi Türkçülük ideolojisine sahip ve Türk ocakları başkanı meşhur hatip ve siyasetçi Hamdullah Suphi Tanrıöver’in geliştirdiğini gördüm. Günaydın kavramı Hamdullah Bey tarafından 1910’lu yıllarda Türk diline eklenmiştir. Adı ve soyadı birbirinin eş anlamlısı olan Hamdulah Bey İngilizce good morning yerine günaydın kavramını geliştirirken İngilizce öğleden sonra anlamında good afternoon yerine ise tünemekten tünaydın gibi bir karşılık üretmiştir. (https://www.etkindusunceakademisi.org/vefatinin-59-yil-donumunde-hamdullah-suphi-tanriover)

whatsapp-image-2025-09-05-at-21-20-03-1.jpeg

Günaydın kelimesi ilk zamanlarda asri çevrelerde kullanılsa da zamanla genel kabul görmüştür. Devrin modernleşme ve asrileşme çabaları içinde klasik Müslüman selamından ve merhaba denilmesi nezaketinden ayrılmak isteyenler sanki günaydın ve tünaydın kelimelerine sanki daha bir sıkı sarılmıştır. Kavramın yerleşmesi için özellikle ilk mektep ve orta mekteplerde günaydın/tünaydın kullanımının bir rutin haline gelmesi için uğraş verilmiştir. Günaydın kelimesi böylece okullarda ilk derslerde söylenir oldu hem de normal yaşantı içinde kabul gördü. Tünaydın kelimesi ise hiç tutmadı. Ben 1975’li yıllarda ortaokula giderken bazı öğretmenler öğleden sonraki derslere girerken tünaydın ile selamlar idi. 1978-81 yılları arasında Karatay lisesine giderken sabah ilk derste günaydın kullanılır idi. Lisede tünaydın kavramına ise hiç görmedim. Günaydını da sabah ki ilk derse gelen hoca söylüyor idi, öyle ya saat 10 olmuş, güneş tepeye çıkmış, ortalık pırıl pırıl iken neye ve ne için günaydın diyeceğiz ki? Mevsim gereği hava kapalı iken ya da günlerce kurşun rengi bulutlu veya bazen zifiri karanlık iken günaydın demenin de şahsen bir anlamı yoktur.

Günümüzde yaptığım gözlemlerde yolda gelip geçen insanlar daha çok klasik selamlaşmayı kullanıyorlar. Yolda, kaldırımda yürürken günaydın diyeni pek yok. Tünaydın diyeni ise ömrümde hiç duymadım ve görmedim. Apartman içinde filan günaydın da nadir bir kullanıma sahip, buna kasıntılı asansör yolculukları dahil. Genelleme olmasın ama bazı şehirler ve mahalleler ise klasik selam ve kelam ile diyalog kurarken, bazıları da günaydın ile diyalog kuruyorlar. Sabah işyerine gelenler için günaydın daha yaygın bir kullanıma sahip. Bazen toplum içinde selam ve günaydın arka arkaya kullanılarak ara bir yol bulunmuş oluyor. İsteyen kendi yaklaşımına göre selamı alıyor veya günaydına cevap veriyor.

whatsapp-image-2025-09-05-at-21-20-03-2.jpeg

Sorun galiba alaturka hayat üzerine alafranga adab-ı muaşeret ve görgü kuralı yakıştırmakta veya her iki telakkinin birbiriyle ayrışıp çekişmesinden ve kültürel anomiden kaynaklanıyor. Şair ve yazar Ahmet Haşim bu çelişkiyi 'müslüman saati" başlıklı makalesinde çok iyi anlatmıştır: “İstanbul'u yenileştiren ve yerlisini şaşırtan istilâların en gizlisi ve en tesirlisi yabancı saatlerin hayatımıza girişi oldu. “Saat”den kasdımız, zamanı ölçen âlet değil, fakat bizzat zamandır. Eskiden kendimize göre yaşayışımız, düşünüşümüz, giyinişimiz ve kendimize göre dinden, ırktan ve an'aneden hayat alan bir zevkimiz olduğu gibi, bu hayat üslûbuna göre de “saat”lerimiz ve “gün”lerimiz vardı. Müslüman gününün başlangıcını şafağın parıltıları ve sonunu akşamın ışıkları tayin ederdi.

Yabancı saati alışkanlığından evvel bu iklimde, iki ucu gecelerin karanlığıyla simsiyah olan ve sırtı, çeşitli vakitlerin kırmızı, sarı ve lâcivert ateşleriyle yol yol boyalı, büyük bir canavar halinde, bir gece yarısından diğer bir gece yarısına kadar uzanan yirmi dört saatlik "gün" tanınmazdı. Işıkta başlayıp ışıkta biten, on iki saatlik, kısa, hafif, yaşanması kolay bir günümüz vardı. Müslümanın mesut olduğu günler, işte bu günlerdi; şerefli günlerin vakalarını bu saatlerle ölçtüler.

Alafranga saatin âdetlerimiz ve işlerimizde kabulü ve alaturka saatin geri safa düşüp camilere, türbelere ve muvakkithanelere bırakılmış battal bir “eski saat” haline gelişi, hayata bakış tarzımız üzerinde korkunç bir tesire sahip olmamış değildir. Giden saatler babalarımızın öldüğü, annelerimizin evlendiği, bizim doğduğumuz, kervanların hareket ettiği ve orduların düşman şehirlerine girdiği saatlerdi. Bunlar, hayatı etrafımızda serbest bırakan geniş, kayıtsız dostlardı.

Gelen yabancılar ise hayatımızı bozup onu meçhul bir düstura göre yeniden tanzim ettiler ve ruhlarımız için onu tanınmaz bir hale getirdiler. Yeni “ölçü” bir zelzele gibi, zaman manzaralarını etrafımızda altüst ederek, eski “gün”ün bütün sedlerini harap etti ve geceyi gündüze katarak saadeti az, meşakkati çok, uzun, bulanık renkte bir yeni “gün” meydana getirdi. Bu müslümanın eski mesut günü değil, sarhoşları, evsizleri, hırsızları ve katilleri çok ve yeraltında mümkün olduğu kadar fazla çalıştırılacak köleleri sayısız olan büyük medeniyetlerin acı ve sonu gelmez günüydü. Yeni saat, müslüman akşamının hüzünlü ve şaşaalı dakikasını dağıttığı gibi, yirmi dört saatlik yabancı “gün”ün getirdiği geçim şekli de bizi fecir/şafak âleminden uzak bıraktı.

Başka memleketlerde fecri yalnız kırdan şehre sebze ve meyve getirenlerin ahmak gözleriyle, ızdırap çekenlerin şişkin kapaklar içinden bakan kırmızı ve perişan gözleri tanır. Bu zavallılar için fecrin parıltıları, yeniden boyuna geçirilecek olan hayat ipinin kanlı ilmeğini aydınlatan bir ışıktır. Halbuki fecir saati, müslüman için rüyasız bir uykunun sonu ve yıkanma, ibadet, neş'e ve ümidin başlangıcıdır. Müslüman yüzü, kuş sesleri ve çiçek kokuları gibi fecrin en güzel tecellilerindendir. Kubbe ve minareleri o alaca saatte görmemiş olan gözler, taşa en ilâhî mânayı veren o akılları hayrette bırakan mimarîyi anlamış değillerdir. Esmer camiler, fecirden itibaren semavî bir altın ve semavî bir çini ile kaplanır ve İslâm ustalarının tamamlanmamış eserleri o saatte tamamlanır. Bütün mâbetler içinde güneşten ilk ışık alan camidir. Bakır oklu minareler, güneşi en evvel görmek için havalarda yükselir.

Şimdi heyhat, eski “saat”le beraber akşam da fecir de bitti. Bir çoklarımız için fecir, artık gecedir. Ve bir çoklarımızı güneş, yeni ve acayip bir uykunun ateşlerinden, eller kilitli, ağız çarpılmış, bacaklar bozuk çarşaflara dolaşmış, kıvranırken buluyor. Artık geç uyanıyoruz. Şimdi Müslüman evindeki saat, başka bir âlemin vakitlerini gösterir gibi, bizim için gece olan saatleri gündüz ve gündüz olan saatleri gece renginde gösteriyor. Çölde yolunu şaşıranlar gibi biz şimdi zaman içinde kaybolmuş kimseleriz." (https://www.okuryazar.com.tr/dergi/musluman-saati?fbclid=)

Mevlevilerin kullandığı gülbank denilen güne başlama duası ise daha geniş anlamlar içeriyor. Mevlevi dergahlarında sabah namazına dervişleri uyandırırken nezaketle agah olalım erenler diye seslenilirdi. Sabah gülbankı şöyle:

Vakt-i şerifler hayr ola, Hayırlar feth ola, Şerler defola

Kulüb-ı âşıkan güşâd ola. Demler, safâlar ziyâde ola,

Dem-i Hazret-i Mevlâna, sırr-ı cenâb-ı Şems-i Tebrizi,

kerem-i İmâm-ı Ali Şefaâti Muhammed-i nebi

hu diyelim huuu.

Anlamı ise Mübârek sabah vakti hayırlı olsun; hayırlar feth, şerler def olsun. Hayır sahibinin aziz ruhu şâd olsun. Âşıkların kalpleri açılsın. Feyizler, safâlar bol olsun. Mevlâna Hazretleri’nin himmeti, Şems-i Tebrîzî’nin sırrı, Hz. Ali’nin lütuf ve ihsanı (için) hû diyelim hûûû. (https://www.semazen.net/mevlevi-gulbangleri)

Kavramın icat edildiği İngilizceden dünyaya yayılan good morning/günaydın kelimesinin alternatifi olarak günümüzde grand rising büyük yükseliş ve “have a blassed day” yani gününüz mübarek olsun gibi mistik çağrışımlar içeren kullanışlar da yaygın biçimde kullanılıyor. (https://www-wikihow-com.translate.goog/Respond-to-Grand-Rising)

Allah rahmet eylesin 1975 -78 yıllarında Karma Ortaokulunda Almanca öğretmenimiz Bekir Gök bize Almanca olarak “Selamün Aleyküm” nasıl söylenir göstermişti. “Der Grüss von Got zei über ihnen” kalıbı bizim selamın çevirisi idi. Yıllar sonra 1991 yılında Almanya’ya seminere gittiğimde Nürnberg şehrine bağlı Lauf kasabasında yürüyüş yaparken karşılaştığım Almanları bu şekilde selamladım. Gayet içtenlikle mukabele ettiklerini ve Almanca selamımı aldıklarını da bir anektod olarak belirtmek isterim.

Selamlaşma Müslümanlar arasında evrensel bir iletişim parolasıdır. Selam anlam itibarıyla barıştır. İslam kelime olarak barış kökeninden türetilmiş ve muhatabına esenlik dileyen bir anlam bütünlüğü taşır. İnanç ve gelenek babında aramızda selamı yaymakla mükellefiz. Günaydın ise gün başlarken karşılaşan bazı insanların kullanacağı bir adab-ı muaşeret hitabı ve iyi niyet telakkisidir.

Günümüzde herkes zatında muhayyer olup meşrebince insan içine karışıyor ve çoğunlukla bu iki hitap ile güne başlıyor. Selam vermek ve almak veya günaydın kullanımını ideolojik bir ayrıştırmaya dönüştürmemeliyiz. Ortama göre bazen selam bazen günaydın ve merhaba kelimeleri yaygın kullanılmaktadır. Hatta hello hitabı bile galat-ı meşhur olarak gençler arasında yaygın kullanıma sahiptir. Önemli olan insani bir diyalogu kurmak ve muhabbeti sürdürmektir. Dijitalleşmeyle birlikte "merhaba" kelimesi, sanal ortamlarda yeni ilişkiler kurmanın, mevcut ilişkileri güçlendirmenin ve topluluklar oluşturmanın bir yolu haline gelmiştir. Selam vermeye de almaya da yürek açmak gereklidir. Hülasa-ı kelam toplumsal iletişimin temel kodu olarak selamı öncelemeliyiz. Duruma göre günaydın demekte ise bir beis bulunmamaktadır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ömer Tokgöz Arşivi

Siber Evrende Dijital Yetkinliğe Erişmek (2)

01 Aralık 2025 Pazartesi 00:01

Güz Gülleri Açmaya Devam Ediyor

17 Kasım 2025 Pazartesi 00:03

Gazyağcı çeşmesi himmet bekliyor

03 Kasım 2025 Pazartesi 00:02

İğdeler Meyveye Durdu

20 Ekim 2025 Pazartesi 00:02

Güz gülleri

13 Ekim 2025 Pazartesi 00:02

Sille’den kahırlı değil normal geçtim.

29 Eylül 2025 Pazartesi 00:02