Yollar ve Tercihler…
Yol ve yolculuk demek kendinle baş başa kalıp düşünmek demek aynı zamanda benim için. Hayatını düşünmek. Ne kadar da çok benziyor yaptığımız yolculuklarla hayatımız. Sürekli devam eden bir akış ve nihai son. Birde aklımda şu soru, biz yolu mu seviyoruz yolculuğu mu? Yolu seviyoruz desem yolun bin bir türlü meşakkatini de seviyor olmamız gerek. Bizi yoran ve bazen bıktıran. Sonu seviyoruz desem o zamanda neden hep yolda kalmak istiyoruz, terk etmek bize korkunç geliyor. Hâlbuki yolun sonunda farklı başlangıçlar bizi bekleyen yorulan zihnimizi ve bedenimizi dinlendirme ve artık sevdiği şeylerden yeme içme ve bahsetme var. Peki biz bu yolu neden bu kadar çok seviyoruz. Yolun sonundaki hayatı düşünemediğimizden dolayı mı yoksa, yolun sonunda bizi kötü şeylerin beklemesinden korktuğumuzdan dolayı mı? Bu meşakkati yolun sonuna tercih mi ediyoruz.
Başka bir mesele de yol üstünde uğradığımız şehirlere, hayatlara birer turist olarak mı birer seyyah olarak mı bakıyoruz. Turist olarak bakmak demek o şehrin ve insanların görünen yüzlerini görüp arka planlarında ne var diye sorgulamadan gezip sonra çekip gitmektir. Oysa Seyyah olarak bakmak ise keşfetmek ister. Görünenin arkasında olanı benim bu yolculuğu yapma amacım ne, neden geldim bu şehre neden tanıştım bu insanlarla diye sorgulamaktır kendini. Seyyah olmak için o şehrin arka sokaklarına girmek gerek. Bazen kötü şeyler gelebilir evet başımıza ama buda yolculuğun bir meşakkati değil midir? Keşfetmek çevreni ve en önemlisi kendini. Neden bu şehirdeyimin cevabını aramak belki. Ne güzel demiş yazar: ‘’yolculuk, insanın kendi içine doğru yürümesidir. Bir seyyah iseniz eğer, vaktin oyuklarını bulacak ve burada eğleşeceksiniz. Yok bir turistseniz siz aslında yolcu değilsiniz, aman şehrin maceralı sokaklarına karışmayın, sakın güvenli bölgelerinizden ayrılayım demeyin, gözünüze ilişenleri fotoğraf karelerine hapsederek dönüverin evinize.’’ evet gerçek bir yolculuk yapmak için seyyah olmak gerek,yoksa bir müddet oyalanmış ve yolu terk etmiş oluruz.
Başka bir soru neden hep kısa yolları seçiyoruz. Hem de bitmesini istemediğimiz bir yolda. Kestirme yolları bulup ilerlemeye devam ediyoruz. Oysa bizi farklı kılan seçtiğimiz yollar değil miydi? ‘’ ormanda yol çatallandı ve ben/ ben daha az gidilen yolu seçtim/ bütün farkı da bu yarattı.’’ Diyor Robert Frost. Sürü psikolojisiyle davranmayıp kestirme yolları seçmeden ve çok az kişinin tercih ettiği yoldan yürürsek ancak o zaman kendimizi buluruz. O zaman dönüp içimize bakabilir ve ben neden buradayımın cevabını verebiliriz. Yolda yürürken hiç acele etmeden tadını çıkararak ve yolun bize kazandırdıklarını fark ederek yürümüş oluruz. ‘’ İthaki’ye doğru yola çıktığın zaman/ yolunu uzatmaya bak/ serüvenler, bilgilerle uzasın yolun./ İthaki hep aklında olsun/ amacın orasıdır, oraya gidiyorsun/ ama gerek yok ayağını çabuk tutmana/ yıllarca sürmelidir bu gezi/ öyle ki yaşlanıp o adaya vardığında/ yolda kazandıklarınla zaten zengin/ İthaki’den zenginlik bekleyesin/ İthaki eşsiz bir gezi sağladı sana/ o olmasa yola çıkmayacaktın/ onun vereceği bir şeyi yoktu başka.’’ Demiş Kavafis ünlü şiiri İthaki’de. Evet bu yolda ağır ağır yol almak gerek, tadını çıkararak.
Yürürüz, yürürüz ve yürürüz sonunda anlarız marifet yolda yürümek değil nasıl yürüdüğümüz ve tüm meşakkatlerine rağmen pes etmeyişimizdir. Yavaş adımlarla yolu yormadan ama kendini yorarak yürümek lazım ve yolun sonunda zihninde yol ile ilgili birçok tecrübe ve kazandıkların. Yolculuğunu devam ettirirken aşina yüzler aramadan hep yeni şeyleri keşfederek ilerlemeli insan. Ve nihai son gelip yol bittikten sonra bir bakmalı arkasına ve görmeli aslında yolun kendisi olduğunu. Vesselam…