Bakkal dükkanında salata yapan müşteri
Belki de çocukken daha uyanıktık hayata karşı… Her sesi, her kelimeyi içgüdüsel bir merakla kesip içine bakmaya, orada ne olduğunu görmeye çalışırdık… Her defasında dev bir çengel bulmacayı andıran görüntüsüyle önümüzde sere serpe uzanan hayat, her cevabın bir soruya kavuştuğu ve her çözümün neredeyse kaçınılmaz bir biçimde bir başka sorunla gölgelendiği o bitmek bilmez senaryolarıyla şaşırtır, daha da çok kışkırtırdı bizi.
Ne var ki büyüdük, önce şaşırma yeteneğimizi, yetişkin görünümümüzüm getirdiği vekarın altına sakladık; ardından da merakımızı, o çocukça, o masum uyanıklığımızı unuttuk.
Evet bu alıntıyı K Dergisinin 19. Sayısından Cana Yılmaz’ın bir yazısından ajandama yazmışım yıllar önce. Bu yazıma başlamadan önce okuduğumda, son zamanlarda içimde daha sık uyanan ve ramazan ayının gelmesiyle biraz da manevi bir havaya bürünen geçmiş zamanlar kalbimi sarıverdi bir kez daha. Çocukluğum, sokak aralarında oyunlar, arkadaşlarımla incir çekirdeğini doldurmayan konulardan çıkardığımız masalsı dünyalar ve masumiyetin verdiği yumuşak iklim… Her gördüğümüz yeni şey karşısında şaşırmalarımız, çocukça hayretlerimiz ve umut edebilmenin, hayal kurabilmenin muhteşem konforu.
İşte bir ramazan günü, ağustosa denk düşen sıcak bir günün akşama doğru evrilen ikindi vakitlerinden bir akis. Babamın bakkal dükkanının önünde oturuyorum. İlk oruçlarımı tuttuğum yıllar. Acıkmışım, susamışım. Biraz da yavaşlamış bir hayatın avuçlarında mahzun, mahmur bir haldeyim. Yaşlıca bir adam geliyor dükkâna; elindeki tepsiye üç beş domates, üç beş salatalık, sekiz yeşil biber ve birkaç soğan koyuyor ve içeriye teraziye götürüyor. Tartı işi bitince kapının önündeki gölgeye, altına bir sebze kasası koyup oturuyor. Ben o orucun verdiği dalgınlığı bir kenara atmış, acıktığımı susadığımı unutmuş, şaşkın bir şekilde o yaşlıca adama bakıyorum. Domatesleri güzelce doğradı, salatalıkları dikine soydu ama bazı yerlerde çizgi çizgi kabukları özellikle bıraktı, soğanı kabuklarından kurtardı, biberlerin saplarını kesti ve hepsini büyük bir ustalıkla doğradı. Sonra tepsinin içinde güzelce harmanladı, hepsini birbirine karıştı ve ortaya harika bir domates salatası çıktı. O tepsi götürüp tekrar teraziye koydu, darasını aldı ve babama üzerine zeytinyağı dökmesini söyledi. O zamanlar bakkallarda zeytinyağı 18 kiloluk tenekelerde açık satılırdı. Yaşlıca adam dur deyinceye kadar yağı tepsiye döktü babam. Adam, dur, bu kadar yeterli dedi ve aldıklarının parasını ödeyip çıktı dükkândan ve evine doğru yürümeye başladı. Babam, benim adamın arkasından bakıp kaldığımı görünce: Ahçı Ahmet amca, dedi, yeni emekli oldu. Aslında evde hanımı, kızları var ama vakit geçsin diye, biraz da akşam, ooo baba salata çok güzel olmuş eline sağlık sözlerini duymak isteğinden olsa gerek salatayı kendisi yapmak istiyor. Bugün ramazanın yedisi her gün bu saatlerde geliyor ve bu işlemi tekrarlıyor, dedi. Daha önceki günlerde fark etmemiştim. Ama ondan sonraki günler onu takip etmeye, salatayı yaparken yüzünde oluşan huzuru görmeyi hiç ihmal etmiyordun artık. Ama bazı günler gelmiyordu. Babama Ahmet amca niçin gelmedi bugün dediğimde, o bugün bir akrabasına iftara gitti, o yüzden gelmedi derdi.
Aslında öyle şaşıracak çok bir şey yoktu bu hatırada, ama o günlerde, çocuk yüreğimde farklı duygular uyandırıyor, hayatla kurduğum bağda büyük bir pencere açıyordu bana. O sıcak günlere rast gelen ramazanlardan böyle birçok hatıra var zihnimde son on, on beş yılda gelip geçen ramazanlardan çok bir şey hatırlamıyorum zira birbirine benzeyen oruç günleri olarak gelip geçiyorlar. Ancak o seksenli yıllarda sıcak günlerin oruçları hala aklımda. Annemin avluya, betonun üzerini yıkadıktan sonra serdiği palazın üzerine kurduğu sofralar, sofralardaki patates salataları, domates ve yeşil biber söğüşleri, soğuk şerbetler, ayranlar, babamın dükkândan getirdiği gazozlar kolalar, buz gibi karpuzlar ve güne özel yemekler. O zamanlar Alaaddin Tepesi’nden ramazan topu atılırdı ve bizim Araplar’dan çok net duyulurdu. O topu beklerken radyodan iftar saatini dinler, oradaki duaları, ilahileri büyük bir huşu ile takip ederdik.
İftar sonrası, çoluk çocuk sokaklarda kaynaşan mahalle öyle hoşuma giderdi ki şimdi bile hatırladıkça içim güzelleşiyor. Sahura kadar sürerdi bazı geceler bu güzel sokak muhabbetleri, oyunları ve mahallece mutluluk saatleri.
Sevgiyle kalın.