Hasan Ukdem

Hasan Ukdem

Güz gülünün günlüğü

Güz gülünün günlüğü

O gün yine uzun bir iş günü vardı önünde. Yaptığı işi sevmeyenlerin bezginliği vardı üzerinde. O böyle inşaat işlerinde çalışacak bir adam değildi. Yazmayı, okumayı seviyordu. İyi bir romancı, belki bir şair olabilirdi ama hayat şartları onu inşaat işlerinde çalışmaya mecbur ediyordu. İlkokuldan sonra tahsil hayatına devam etmeyi çok istemiş ancak babasının ani ölümü bütün planlarını alt üst etmişti. İşte bu her gün kalkıp gitmek zorunda olduğu inşaat işine o zaman başlamış ve bir türlü kurtulamamıştı.

Komşu kızı Gülümser’e gönlünü kaptırmış sonra da evlenmişlerdi. Üç çocukları olmuş, babasından kalan mirasla da zar zor bir ev almış ve hayatın içinde böylece kendini buluvermişti. Aslında eşini seviyor, çocuklarıyla da çok mutluydu. Ama içindeki yazma tutkusu asla yok olmuyor, her geçen gün daha da büyüyordu. Üç roman yazmış, sayısız şiirler biriktirmişti defterlerde. O çiçekli böcekli sayfalardan ayrılıp, taşlı tuğlalı işlere doğru yürümek haliyle zorluyordu onun ince yüreğini.

Bir gün bir arkadaşı, “ benim bir matbaacı arkadaşım var şu senin romanlarını, şiirlerini bir gösterelim belki kitap yapar “ dedi. Heyecanlanmıştı, gözünün önüne yıllardır hayalini kurduğu kitap kapağı geldi bir anda. Kızıl bir gökyüzü, ortada romanın adı: Güz Gülünün Günlüğü ve onun üstünde kendi ismi: Ahmet Selim Ulukışla. “ hey dedi “ arkadaşı “ hemen dalıp gittin, dur bakalım önce bi gidip konuşalım da hayal kurmaya öyle başla “ arkadaşının bu uyarısıyla kendine geldi, “ tamam “ dedi. Bir tarih belirleyip gitmeye karar verdiler o matbaacıya.

Bir hafta sonra aynı yerde, aynı konuyu konuşuyorlardı, “ Ne oldu matbaacıdan bir haber var mı? “ diye sordu arkadaşına. Haber yoktu daha. Görüşmeye gittiklerinde matbaacı, “ ben kitapları basarım ama bunun parasını sizden alırım ve bütün kitapları da size teslim ederim. Dağıtımına, satışına karışmam. “ demişti. Ancak bunun mümkün olmadığını söylediklerinde, “ o zaman benim yayıncı bir arkadaşım var, ona bu dokümanları göstereyim, belki ilgilenir. “ demiş ve telefon numaralarını alarak, haber edeceğini söylemişti iki arkadaşa. “bir haber yok “ dedi arkadaşı, “ bir hafta daha geçsin ben bi uğrayıp sorayım. “

Bir hafta sonra arkadaşı gitti matbaacıya, unutmuştu çekmecenin gözünde o dokümanları matbaacı. En kısa zamanda yayımcı arkadaşına göstereceğini söylemişti. Bir hafta daha, sonra bir ay daha, hatta bir yıl daha geçti üstünden bu konuşmanın. Ahmet Selim hayallerinde yavaş yavaş vazgeçmeye başladı. Bir gün yine arkadaşıyla bu konuyu konuşurlarken, “ galiba bu iş olmayacak sana zahmet bir ara uğra da şu matbaaya, benim dokümanları alıver. “ dedi. Birkaç gün sonra arkadaşı dokümanları getirdi. Büyük bir hayal kırıklığı ile evine götürdü ve yine arka odada bir çekmeceye bıraktı.

Bir tatil gününde şehrin en bilinen kitapçılarının bulunduğu çarşıyı gezmek, okuyacak birkaç roman, birkaç şiir kitabı almak için evden çıktı Ahmet Selim. Uzun uzun kitapçıları dolaştı evde belirlediği rakamın iki katı kadar kitap aldı. Gördüğü, ilgisini çektiği kitapları tekrar rafa bırakmak istememişti yine.

Günün sonuna doğru kitapları birkaç çantaya doldurup evine dönmeye karar vererek çarşının dışına adım adım çıkmaya başlamıştı ki, bir kitapçının vitrininde harika bir kitap dikkatini çekti. Vitrine yaklaştı, baktı, gerçekten de harika bir kitap kapağıydı, neredeyse hayalini kurduğu renkler ve siluetlerle bezenmişti. Birden gözü kitabın ismine kaydı, Güz Gülünün Günlüğü… Ama bu nasıl olabilirdi? Hemen yazar ismini okudu, daha önce hiç duymadığı bir yazar ismi vardı kitabın üstünde. Başı dönüyor, ayakta zor duruyordu. Elinden çantalar kayıp düştü, aldığı kitaplar ortalığa saçıldı. Oradan geçenler hemen yardımına koştular. Bir dükkânın önünde duran sandalyeye oturttular. Biri su getirdi, biri kolonya döktü avuçlarına. Onun gözü hala o vitrinde duran kitaptaydı. “ bu dükkân kimin? “ diye sordu zor zar etrafındakilere. Oradan bir adam kendinin olduğunu söyleyince, “ şu camekândaki kitabı getirir misiniz? “ adam bir koşu kitabı aldı geldi ve kendisine verdi. Fiyatını sordu, söylenen miktarı ödeyip kalktı gitti.

Sonunda bir kitabı basılmıştı işte!

Sevgiyle kalın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Ukdem Arşivi
SON YAZILAR