Osman Uzunkaya

Osman Uzunkaya

Hafız İsmail  (28)

Hafız İsmail  (28)

  Seher vakti etkisini kaybeden fırtınanın ardından, Güneş’in enfes şuleleri sabaha “Merhaba” Diyordu. Üç gündür ilk kez gökyüzünü şenlendiren Güneş, onu görenleri adeta mutluluktan sarhoş etmiş gibiydi. Evlerin sıkı sıkıya kapatılan kapıları açılmış, pencerelerin perdeleri sonuna kadar sıyrılmıştı. Köylülerden bazıları evlerinin ön damından etrafı seyre dalmış, bazıları da tıpkı esaretten kurtulmuş bir mahkûm gibi sokaklara hücum ederek bir nevi özgürlüğün tadını çıkarmaya başlamıştı. İnsan sesiyle hayvan sesi bir birine karışmış, hiç duyulmayan kuş cıvıltıları ortalığı kaplamıştı. Yollar ve mekânlar ayrı olsa da diller aynı duada birleşiyordu;  “Allah’ım sana şükürler olsun!”  Babası Hacı Mehmet’le birlikte iki rekât şükür namazı kılan hafız İsmail, bir an önce mektebe gitmeliyim diye düşündü. Mektebi şöyle bir kolaçan etmek, daha sonra da açılışını talebelerine duyurmak için garip Osman’a tellal bağırtmak niyetindeydi. O yoldayken garip Osman’ın “İn tepesi” inden yankılanan sesi duyuldu. “Ey ahali kaybolan çolak Mevlit’in Yunus aranacaktır. Duyduk, duymadık demeyin!”Hafız İsmail çok sevdiği arkadaşı Yunus’un kayıp haberine bir türlü inanmak istemedi.  İçinden; “Hayırdır İnşallah.” Diye mırıldandı. Mektebe gitmekten vazgeçip, çolak Mevlit’in evine doğru yürümeye başladı.

                Haberi duyan ahali çolak Mevlit’in evine hücum etmişti. Hafız İsmail orada bulunanlara selam vererek evin kapısına yöneldi. Bastonunun yuvarlak kısmını böğrüne dayayarak zar zor ayakta durmaya çalışan çolak Mevlit’e geçmiş olsun deyip elini öptü. Arkadaşı Yunus’un nasıl ve ne zaman kaybolduğunu sordu. Çolak Mevlit gözlerini yere dikip bir müddet düşündü. Alnındaki teri cebinden çıkardığı mendille sildi. Her sorana anlatmak durumunda kaldığı oğlunun kaybolma hikâyesini bir defa daha anlatmak belli ki içini acıtıyordu. Birkaç kez yutkunduktan sonra boğazında düğümlenen cümleleri dile getirmeye başladı; “Evvelki gün bizim hanıma iğne yapan iğneci Mahmut’u ‘Dağardı’ Köyüne bırakmaya gitmişti. Yunus’a yalvardım, gel oğul bu fırtınada dışarı çıkılmaz, yarın gidersiniz dedim ama bir türlü dinletemedim. Atları arabaya koşup baba beni merak etme. Mahmut ağabeyi bırakır hemen dönerim dedi. Gidişi o gidiş, ah benim laf anlamaz oğlum ah!”Diyerek konuşmasını sonlandırdı. Çolak Mevlit’in sözleri sessizliğin derinliğine bir mızrak gibi saplanmıştı. Muhtar Ömer Ali ağa, Yörük İbrahim, Sofu Veysel, hacı Mehmet, hafız İsmail ve diğerleri üçer ve dörderli guruplar halinde Yunus’u arayacaklardı. Muhtar Ömer Ali ağa gurupları etrafına toplayarak arama yapacakları mıntıkaları dağıttı. Ellerinde meşale, ağızlarında Yunus’un adı, bağıra çağıra yollara düşmüşlerdi. “Yunus nerdesin? Ses ver! ” Yunus, hay Yunus”, “Yunus can Yunus” Hafız İsmail dili döndüğünce dualar ediyor, dualarını; “Allah’ım! Onu bize ve sevdiklerine bağışla.” Diye bitiriyordu. Her iki veya üç dakika da bir “Yunus” Diye etrafı inleten feryatlar, guruplar birbirinden uzaklaştıkça akşamın karanlığında kaybolup gidiyordu.

      Hava soğuk lakin umutlar sımsıcaktı. Guruplardan birinin “Dağardı” Köy yolunun “Kuz deresi” tarafında gördüğü terk edilmiş at arabası heyecan yaratmıştı. Kısa zamanda her kez arabanın başına toplanmıştı. Etraf köşe bucak aranıyor, ardı arkası kesilmeyen “Yunus”  bağrışlarına ne yazık ki bir cevap alınamıyordu. Az öteden bir çığlık duyuldu; “Buldum, buldum.” O yöne doğru ok gibi fırlayan kalabalık, iki tane atın yan yana yattığını gördü. Atları bir müddet izleyen kalabalık, onların soğuktan donmuş olduğunu görüp hayretler içinde kalmıştı.   (devam edecek.)

                Sağlıcakla kalınız..

                 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Osman Uzunkaya Arşivi
SON YAZILAR