Osman Uzunkaya

Osman Uzunkaya

Hafız İsmail  (29)

Hafız İsmail  (29)

Yunusun kullandığı at arabası yol kenarındaki kar birikintisine gömülmüş, arabaya koştuğu atlar ise hemen oracıkta donarak telef olmuşlardı. Ortalıkta ne Yunustan bir iz ne de bir haber vardı. Biraz önceki manzara yürek burkucu olsa da Allah’tan ümit kesilmezdi.  Orada bulunan köylüler ellerinde meşaleleri, dillerinde “Yunus” nidası ile yana yakıla onu arıyordu. Hafız İsmail yanında bulunanlara; “ Yunus şu bayırdaki ağıla sığınmış olamaz mı?” Diye sordu. İpek Seyit heyecanlı bir ses tonuyla; “İnşallah, neden olmasın.” Diye cevap verdi. Muhtar Ömer Ali ağa içinde umutsuzluğun barındığı bir cümle kurdu; “Belimizi bulan bu karda o ağıla nasıl yürürüz bilmem ki!” Lakin hacı Mehmet ve oğlu hafız İsmail o ağıla gitmekte kararlıydı. Bunu muhtar Ömer Ali ağa’ya söylediklerinde, muhtarın itirazı duyuldu; “Hayır olmaz. Yunus gibi birde sizi aramayalım.” Bir taraftan Yunusu arama çalışmaları devam ederken, bir taraftan da ağıla gitmenin yolları tartışılıyordu. Muhtar Ömer Ali ağa istemese de çoğunluk ağıla gidilmesi taraftarıydı. Artık karar verilmişti. Neye mal olursa olsun ağıla gidilecekti.  Önce elleri meşaleli iki kişi önden yürüyerek ağıla hareket edecek, ardından da gençlerden oluşan dört kişilik bir gurup onları takip edecekti. Merak ve heyecan doruk noktadaydı. Önden eli meşaleli iki kişi yürümeye başladı. Onların ardından içinde hafız İsmail’in de bulunduğu dört kişilik gurup yürüyüşünü sürdürdü.  Bu gurup bir müddet yürüdükten sonra geri de kalanlara; “Merak etmeyin, biz iyiyiz.” Diye seslendi. Yol kenarında bulunanlar gidenlere destek vermek için ellerindeki meşaleleri sallayarak; “Yolunuz açık olsun.” Diye bağırdı. Ancak onların bu güzel dileği duymalarına imkân yoktu.
 
                Büyük zorluklar yaşayarak yürüyüşünü sürdüren gurup nihayet ağıla varmıştı. Ağılın toprak damının bir bölümü yağan karın ağırlığına dayanamayıp çökmüştü. Korunaklı olmaktan çıkan kapalı alanın büyük bir kısmı kar içinde kalmıştı. Ağılın önce içini, sonra da etrafını kontrol eden hafız İsmail ve yanındakiler buraya hiçbir canlının gelmediğine kanaat getirmişlerdi. Yunusun ağıla geldiğine dair ne bir iz ne de bir belirti vardı. Ortam sessizliğe bürünmüş, yürekler buz kesmişti. Yaşanan sadece yorgunluk olsa neyseydi. Yaşanan kocaman bir düş kırıklığı, bitimsiz bir “Vah!” tı. Üzüntü kol geziyor, kimsenin ağzını bıçak açmıyordu.
 
                Guruplar ikiye ayrılmıştı. Bir numaralı gurupta bulunanlar yolun sağında kalan araziyi, iki numaralı gurupta bulunanlar da yolun solunda kalan araziyi arayarak köye ulaşacaklardı. Muhtar Ömer Ali ağa; “Arkadaşlar Yunus için zaman iyice daralıyor. Elimizi çabuk tutalım. Ha gayret!” Diye bağırdı. Meşaleler sönmeye yüz tutmuş olsa da, Ay’ın parlaklığı adeta imdada yetişmişti. Etraf tekrar; “Yunus, hay Yunus”, “Yunus, can Yunus” “Yunus nerdesin?” Gibi nidalarla çalkalanmaya başlamıştı. Bağırış ve çağırışlara bir Allah’ın kulu cevap vermiyordu. Sanki yer yarılmış, Yunus yerin içine girmişti. Bu hayra alamet bir durum değildi. Hafız İsmail ağlamaklı bir sesle; “Allah’ım ne olur yardım et! Sen onu bize ve sevdiklerine bağışla. Muhakkak ki sen her şeye kadirsin.” Diye dua ediyor, gurupta bulunanlar da bu duaya canı gönülden “Amin” Diyorlardı. Dua ve dileklere gözyaşları eşlik ediyordu. Zaman tükendikçe yüreklerdeki acı daha da artıyor, umutlar yavaş yavaş eriyordu.   (devam edecek)
 
                Sağlıcakla kalınız..
                 
               

Önceki ve Sonraki Yazılar
Osman Uzunkaya Arşivi
SON YAZILAR