Osman Uzunkaya

Osman Uzunkaya

Hafız İsmail (72)

Hafız İsmail (72)

                Elif be cüzünü bitiren bir gurup talebenin Kuran’a geçiş merasimi için hummalı bir hazırlık başlamıştı. Mektebe gelen talebe yakınları merasimin bir an önce yapılması için sabırsızlanıyordu. Sınıfın bir köşesine hafız İsmail ve talebeleri, diğer köşesine de talebelerin yakınları toplanmışlardı. Bir birine eklenmiş sıraların üzerini süsleyen envai çeşit yiyecek ve içecekler iştah kabartıyordu. Talebelerin anneleri aralarında, çocuklarının üstündeki elceğizleriyle diktikleri yeni kıyafetler ve hazırladıkları yiyecekler hakkında sohbete dalmışlardı. Bazıları bu merasimi fazla ciddiye almış olacak ki, hop oturup hop kalkıyordu. Hazırlıkları tamamlayan hafız İsmail, orada bulunanlara; “Kıymetli misafirler; her şey tamam, aramızda bir tek Ayvaz ağa’nın oğlu Hasan yok! O da gelsin merasime Bismillah diyeceğiz.” Dedi. Henüz sözünü tamamlamıştı ki sınıfın kapısında Ayvaz ağa belirdi. Yanında oğlu Hasan, hemen arkasında da Gümüş adındaki o kadın vardı. Diğer kadınlar gibi giyinmiş olsa da, Gümüş denen kadının hoca mektebine gelmiş olması başta hafız İsmail olmak üzere orada bulunanlar üzerinde şok etkisi yarattı. Birkaç kişi hanımını da yanına alarak; “Hafız işimiz var bizim.” Deyip sınıfı terk etti. Derin bir sessizlik oldu. Hafız İsmail çaresizce etrafına bakındı. Kimseden çıt çıkmıyordu. Ne yapacağını bilmez bir halde, zoraki de olsa Ayvaz ağa’ya; “Hoş geldin ağa” Dedi. O an sinirden sesinin kısıldığını hissetti. Başından kaynar sular dökülmüştü. Ayvaz ağa hiçbir şeyi önemsemiyor ve pişkinliği elden bırakmıyordu. Orada bulunan yaşlı bir kadın Ayvaz ağa’ya; “Utan be adam. Bu kadının burada ne işi var!” Diye bağırdı. Bu söze sinirlenen Ayvaz ağa; “Ne olmuş yani o da sizin gibi Allah’ın bir kulu.” Diye çıkıştı. Orada bulunanların Ayvaz ağa’dan çekindiği belliydi. Tüm davetlilerin mektebi terk edeceğini anlayan hafız İsmail, Ayvaz ağa’ya; “Ayvaz ağa, Ya bu hanım aramızdan gidecek ya da merasimi başka bir güne erteleyeceğim.” Dedi. Ayvaz ağa’nın yüzü kaskatı kesilmişti. Hiddetle; “Yürü Gümüş gidiyoruz.” Diye bağırdı. Oradakilerin şaşkın bakışları arasında yanındaki kadınla birlikte sınıftan dışarı çıkacağı esnada birden geriye döndü. Gözlerini hafız İsmail’e dikerek; “Hoca sen bunu unutma!” Diye haykırdı. Daha sonra hızlı adımlarla mektepten uzaklaştı. Orada bulunanlar hafız İsmail’e; “Boş ver! Aldırma, bu adam hep böyle.” Diyerek moral verme yarışına girdiler. Hafız İsmail onlara; “Merasimi haftaya yapalım mı? Ne dersiniz?”  Diye sordu. Onlar da hep bir ağızdan; “Tamam hafız haftaya yapalım, münasiptir.” Diye cevap verdiler.  Avluda oyun oynayan talebeleri yanına çağıran hafız İsmail, onlara; “Ders bitti çocuklar, herkes evine gitsin.” Diyerek mektebi dağıttı.

                Yaşadığı tatsız olay canını çok sıkmıştı. Şakakları zonkluyor, beyninde müthiş bir ağrı kol geziyordu. Hanımına; “Bana bir fincan nane kaynatır mısın hatun?” Dedi. Sedirdeki minderleri birleştirerek üzerine uzandı. İçinden naneyi içersem bir şeyim kalmaz diye geçirdi. Oysa ağrıyan yer beyni değil gönlüydü. O bunun farkında değildi.  Kendi kendine, her yerde bir hınzır çıkıyor karşısına insanın diye mırıldandı. Bu durumu gazi çavuş ve muhtar kara Mustafa ile paylaşıp böyleyken böyle oldu diyecek, sonra da resti çekecekti. Onlarla konuşacaklarını şimdiden hazırlamaya başlamıştı. Bu kadınlar, oturak âlemleri, içki sofraları, kavga dövüş bu köye, hele de inancımıza yakışır mı? Diye soracak; bu rezilliğin köyden def edilmesi için onlardan yardım isteyecekti. Uzandığı yerde uyuya kalmıştı. Rüyasında rahmetli anası başucuna gelmiş ona, tasalanma gara kuzum her şeyin bir çaresi var. Diye seslenmişti.  Uyanınca biraz daha rahatladığını hissetti.    (devam edecek)

                Sağlıcakla kalınız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Osman Uzunkaya Arşivi
SON YAZILAR