Hakan Bahçeci
Hakan Bahçeci HÜZNÜM ASILI KİRPİKLERİNDE

HÜZNÜM ASILI KİRPİKLERİNDE

“Kendini arıyorsan semaya çevir gözlerini” dedi adam. “Gözlerimi gökyüzüne ne sebep çevireyim” diye sormana hacet yok, ıslanacaksa kirpiklerin, yağmurla ıslansın ve gözyaşların yağmura saklansın.

Gökyüzü, yağmur bulutlarını sırtına yüklenmiş ve bir rahmetin haberini taşıyor edasıyla sükût ediyordu. Sahi, yağmura neden rahmet deriz biz? İhtişamıyla çepeçevre dünyamızı saran gökyüzü kendine sütun ve direkler yapılmış ulu dağları da içine alarak saklıyor bizi sonsuz uzay boşluğunun karasından. Gözlerini çevirip gökyüzünden başını önüne eğince daha çok hissetti o maviliğin koyuluğunu gönlünde. Yürüdü, sükût etti bulutlar gibi.

Hüzne mi alışık divane gönül, hüzün mü müptela maşukuna? Terkisine alıp suallerini yarım ekmek, bir tutam tuz olduğu halde azığında yürüdü ağır ağır. Takdire rıza gösterip “amenna” diyerek elini götürünce kalbinin üzerine, duyduğu acının cam kesiği gibi kanayıp parmaklarının arasından sızmasına nasıl bir mana yüklemeli kestiremedi.

Yağmurun bir diyeceği vardı elbet. O yüzden aldırış etmedi ıslanmış olmaya, bir tohumun filiz vermesini düşündü, toprağı yarıp çıkan bir fidanın can suyu gibi. Bir ağacın yaprağında bir gülün tomurcuğunda şebnem olabilmenin bahtiyarlığını tadabilen bir gönül eri gelip dursun diye karşısında, ıslanmayı göze almıştı çoktan.

Aradığını bulmak üzere çıktığı yolculuğun yağmurla sulanan bu patikasında karşılaştığı kim ise gözlerine baktı önce. Kimisiyle en çetinini verdi kavganın kimisiyle elini tuttu bir bebeğin. Kimisine göğsünü açtı kimisi yalnız bırakıp uzaklaştı. Dalıp gitmişken ve adımlarını özgür bırakmışken şehrin geride kaldığını yağmur durunca fark etmişti. Onca soruyu alıp derleyip toparlayıp koydu heybesine.

Yorgun düşmüştü lakin yorgunluğunun bir anlamı olmalıydı. Şehrine dönüp baktı, şehir mi atmıştı onu içinden o mu terk etmişti şehri bilmeden? Ve şimdi hangi şehir kabul eder onu tarihinden sual etmeden? Bocalayıp dururken kendi kendiyle bir çocuk gelip dikildi karşısına aniden. Gözlerine baktı çocuğun, masum ve saf, şikayetsiz ve hesapsız bir bakışın içinde kaybolmaktan kurtaramadı kendini. Yolun kenarına oturdular birlikte, aynı yöne belki aynı hislerle bakıp sükût halinde başladılar dertleşmeye.

Çocuk, yağmuru çok sevdiğini söyleyip gökkuşağından söz açtı, yağmurun ona gökkuşağını getirmesinden bahsetti. Sokakları yağmurla daha çok sevdiğini söyledi çocuk. Adam ellerine baktı çocuğun, nasırlı ve kapkara ellerine dalıp gitti. Aynı şehirde aynı zaman aralığında farklı öyküleri yaşıyorlardı. Çocuk evden kaçmıştı, adam evini arıyordu.

Ben dedi çocuk her yağmurda gelmeye çalışırım buraya, topladığım kağıtların bir kısmını yakar ısınırım, babamı değil de annemi düşünür avunurum. Ben dedi adam, ilk defa geliyorum buraya ve daha önce hiç görmedim. Nasıl ve neden kaçmışlardı şehirden hiç söz etmediler, hallerini ve neden buraya kadar geldiklerini değil gelip yan yana oturmuş olmayı düşünüp dalıp gittiler.

Çocuk, ne yaptıysa durduramadı içindeki sesi, neden dedi neden kaçıyor insanlar benden? Asılıp kaldı soru yağmurun sesinde. Annem çok aradı her evden kaçtığımda beni, hep buldu iyi ki de buldu. Annem beni buldu da ben neden kendimi bulamıyorum diye ekledi çocuk, oysa bu soruyu adam soracaktı. Sustu adam, çocuk sustu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hakan Bahçeci Arşivi