Şenol Metin

Şenol Metin

Huzuru arayan okul

Huzuru arayan okul

YKS yerleştirme sonuçlarının açıklanması ardından başlayan tartışmalarda topyekün bir yükseköğretim reformunu gündemimize getirse de aslında sorunun yükseköğretimi aşan boyutlarının olduğu o kadar açık ki…

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın defaatle ‘eğitim reformu’ çağrısına rağmen eğitim bürokrasisinin zamana yayma stratejisinin ne kadar etkili olduğunu görüyoruz. Cumhurbaşkanımızın çağrısı üzerinden 3 yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen eğitim reformu için hala bir ortak akıl arayışı olmayışı, Türk bürokrasisinin siyaseti maniple etme yeteneğine dair yeni bir örnek olarak gösterilmeye namzet.

Her şeye rağmen ortak akıl çağrılarımızın birgün bürokrasinin maniplasyon kapasitesini aşacağı umudu ile eğitim sistemini kurumsal çerçevede, işlev boyutunda ve amaç boyutunda masaya yatırmaya devam edeceğiz, dost sohbetlerinin mevzu haline getireceğiz. Ve bir gün ortak aklı tecessüm ettireceğiz.

Milli Eğitim Bakanı olarak Ziya Bey’in yerine atanan Mahmut Özer Bey’in CV’sinde ÖSYM Başkanlığı olması, Bakan Yardımcısı olarak ekibine dahil ettiği Petek Aşkar Hocanın ve Bakanlığın beyni Talim Terbiye Kuruluna Başkan olarak seçilen Cıhad Demirli Hocanın da ölçme-değerlendirme alanında temayüz etmiş akademisyenler olması değerlendirildiğinde Milli Eğitimin önümüzdeki yol haritasında basamaklar arası geçişi düzenleyen sınavlar başta olmak üzere ölçme-değerlendirme sistematiği olacağını söylemek öngörünün ötesinde kesinlik taşımaktadır.

Yirmincisi Düzenlenecek olan Milli Eğitim Şurasının da temasının ‘Fırsat Eşitliği’ olması da bu öngörümüzü desteklemektedir.   

Eğitim sistemimizin hem sayısal boyutunda hem de nitelik boyutunda ağırlıklı yapısında örgün eğitim kurumları yani okul vardır. Açık öğretimi ve yaygın eğitimi denkleme daha etkin almalıyız. Ama bu, bu yazının konusu değil.

Örgün eğitim tek seçenek olduğu sürece sisteme giriş çok önemli hal alır. Özellikle Türkiye gibi sosyal mobilitesi yüksek ve eğitimin en önemli sosyal mobilite aracı olduğu bir ülkede, okul sistemine giriş ve bu girişin yöntemi merkezi sınavlar kritik önem kazanır, sınavlar hayat-memat meselesi haline gelir.

Bu tip sınavlar zaten doğası gereği riski yüksek olan sınavlardır. Eğer sınav günü başınız ağrıdı ise hayatınız boyunca başınız ağrıyacaktır, hayatınız boyunca bedel ödeyeceksinizdir, telafisi edemeyeceksinizdir. Bu kadar büyük bir riski üretmek rasyonel mi, değer mi?

Eğitim sistemi, diğer sistemlerle hem etkileyen olarak hem de etkilenen olarak etkileşim içerisindedir. Biz eğitim bilimcilerin eğitim sistemi üzerindeki kontrol edilebilir iç değişkenlere odaklanması lazım. Eğitim sisteminin başarısında üzerinde çalışabileceğimiz ilk değişken öğretmen, ikinci değişkenimiz okul sistemi, üçüncü değişken ise müfredat, öğretim programları…

İlk değişkenimiz öğretmen boyutu bir sonraki yazımızın konusu olacak inşallah.

İkinci değişkenimiz Okul, teknolojik olarak ve fiziki mekan bağlamında okula çok yatırım yaptık. Kısmen karşılığını da alıyoruz. Derslik başına düşen öğrenci sayısını 30’lu sayılardan 15-18’li sayılara çektik. Eğitime milli gelirden ayırdığımız payı %1,5-1,7 bandından %3’lere çıkardık. Ama artık okul sistemi üzerine kafa yormamız gerekiyor, okulu yeniden tanımlamamız belki de farklı bır bakış açısıyla ‘Bizim Okulumuz’u yeniden kurmamız gerekiyor.

Okulu mabet konseptiyle inşa etmemiz lazım. Hem fiziki mekan bağlamında hem işlev bağlamında mabet konseptini kastediyorum.  Okulun, tüm paydaşlarının herkesin ama herkesin servisçisinden, çocuğunu sabah uğurlayan anneye kadar herkesin, kainatın en önemli işinin yapıldığı, öğrenme faaliyetinin yürütüldüğü bir mekan olarak okulu tanımlaması lazım. Ne yazık ki, okula verdiğimiz değer, ne o fiziki mekan bağlamında ne de işlev bağlamında bu çerçevede değil. Okulun bir ruhu olduğuna inanmıyoruz. Okulu daha ziyade fiziki bir mekan olarak değerlendiriyoruz. Mimari yapısına baktığımızda bile o soğukluğu, ruhsuzluğu hissediyoruz. Bir mabedi inşa ederken ki o hassasiyetimizi maalesef bir okul inşaasında göremiyoruz. Halbuki Biz, medeniyet olarak okul mimarisine baktığımızda o ruhu, huzuru çok net hissederiz ama…

Okul mimarimiz mekanı paylaşan herkesin hem duyuşsal hem de bilişsel boyutta itminana erdiği, huzura erdiği, kendini rehabilite ettiği ve en önemlisi kendisini değerli hissettiği bir mekan olması gerekirken, kitlesel eğitimin 19.Yüzyılda bize dayattığı okul mimarisine Bizi mahkum ettiler. Sert sıralar, soğuk duvarlar, mekanik ritüeller….

Okulun başarılı olup olmadığına dair bir kriterim var;

Okulun tüm paydaşları, okula gelmekten, okulda bulunmaktan mutluluk duyuyorsa huzur hissediyorsa iyi ki bu mekandayım diyor ise okul başarılıdır, maksat hasıl olmuştur. Okulda geçireceği süre, akademik başarı, öğretim içerikleri, öğretim yöntemleri vs…hepsi ikincildir. Birincil olan orada bulunmaktan mutluluk duymasıdır, haz almasıdır, huzur bulmasıdır.

Okulumuzu huzuru arayan okul konsepti ile yeniden inşa etmek zorundayız. Bunu yaparken de…

Devam edecek.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Şenol Metin Arşivi
SON YAZILAR