Doç. Dr. Ömer Akdağ

Doç. Dr. Ömer Akdağ

İNSAN

İNSAN

Bir milletin ferdi olmak için öncelikle şahsiyetli olmak gerekiyor. “Yığın” içinde bir varlık olmakla şahsiyet teşekkül etmez. Takdir edilen bir karakter, kişinin mensup olduğu tarihî zemin ve sahih bir sosyal ortamda gerçekleşir. Şahsiyetli insan, sadece kendisiyle değil tarihiyle de kavgası olmayan kişidir. Türk tarihinin en büyük devleti olan Osmanlı’ya ve bu muazzam devleti yöneten abidevî hükümdarlara, kendi süflî  anlayışıyla belden aşağı vuranlar şahsiyetli  olamazlar.

Her ağzı olan konuşuyor ve konuşur. Her laf söyleyen “anlamlı” sözler söylüyor demek değildir. Yakın tarihimizde öyle insanlar vardır ki, yıllarca yönetim mevkiinde bulunmuşlardır. Bunların bir kısmı sıfır kilometre bir toplum “yaratmak” istemiş bir kısmı da sadece o mevkide bulunarak orayı “işgal” etmiştir.. Mesela bunlardan birisi için “konuşan fakat bir şey söylemeyen” olarak tarif edilir.

Osmanlı’nın son dönemlerinde ortaya çıkan ve  Cumhuriyet döneminin ilk devrelerinde tavan yapan bir anlayış vardı. Bu anlayış “gelenin keyfi” için “geçmişe sövmekti”. Bu mendebur anlayış tam bir köksüzlük ve neseb-i gayri sahih sünepeliğin bir tezahürüydü. Bu tür iğrenç ve vıcık vıcık yağ kokan ayyaş anlayışı Türk milleti çok partili döneme geçildikten sonra tedricen bertaraf etmeye başlamıştır. Bu tür çevrelerin sıfırlanması mümkün değildir ancak asgariye indirilebilir.  Bu mesele milletimizin şuurlanmasıyla ilgilidir.

Medenî olmak her şeyden önce insan olmaktır. İnsan olmanın temeli ise öncelikle hemcinsine karşı hürmetli olmaktır.  Çevremizde öyle mürekkep yalamış insan müsveddeleri vardır ki, kendisi gibi düşünmeyeni yadırgamakla kalmıyor bir de ayıplıyor.   Halbuki Osmanlı’nın tanzim ettiği ve Türk milletinin töre olarak devam ettirdiği müesses nizamda insan, “eşref-i mahluktur”. Yani yaratılmışların en şereflisidir. Bu anlayış bize sevgililerin en sevgilisi peygamberimizin tebliğinden intikal etmiştir. Türk milleti İslam ile müşerref olduktan sonra şereflerin en zirvesine çıkmayı hak etmiştir.  TÜRK MİLLETİNİ BU ŞEREFTEN MAHRUM ETMEK İSTEYEN DAHİLİ VE HARİCİ FABRİKA HATALARI HER DÖNEMDE OLMUŞTUR. Bu fabrika hatalarının sıfırlanmasını kimse beklemesin. Bunlar her zaman ve her platformda olacaktır.  Beş bin yıllık Türk tarihinde alaca karanlık devrelerin olması bir istisnadır. UNUTULMAMALIDIR Kİ,  İSTİSNALAR KURALI GÜÇLENDİRİR. BURADA TEMEL KURAL, MİLLETİMİZİN PEYGAMBER DUASINI ALMASIDIR. BU DUANIN BEREKETİYLE TÜRK MİLLETİ CİHAN DEVLETİ KURMUŞTUR. Amerika’nın Irak’a getirdiği “demokrasi” gibi milyonlarca insanın kanına, canına ve ırzanı mal olan bir işgal değil, Balkanlara götürdüğü  insanlık ve medeniyet  anlayışına sahiptir Osmanlı…..Cihan hakimiyeti kurmuş olan Osmanlı Türkü,  dünya milletlerini asla köle olarak görmemiştir. Aşağıda da ifade edileceği üzere,  Osmanlı yönetimi halkı bir emanet olarak görmüş ve ihtimamların en güzelini göstermiştir. Cumhuriyetin ilk devrelerinde tavan yapan Osmanlı Türk düşmanlığı çok partili döneme geçildikten sonra milletimizin sağduyusu sayesinde pörsümeye başlamıştır. Tek partili dönemde “sanal” olarak kullanılan oyların Şubat 1950 çıkarılan seçim kanunuyla Türk milletinin temel değerlerini hafife alan zihniyet  “ebedî” muhalefete “terfi” ettirilmiştir.  

Tek tipçilik anlayışı bize batıdan intikal eden bir hastalıktır. Türk devlet anlayışını zirveye taşıyan ve nizamını insan merkezli olarak kuran en son sistem Osmanlı’dır. OSMANLI’YI GÜNÜMÜZE TAŞIYAMAYIZ. Siyasî, coğrafî ve teknik şartlar değişmiştir ama değişmeyen bazı unsurlar vardır. Mesela insanın hürmete şayan olması değişmemiştir ve değişmemelidir. Teknoloji hangi ilerlemeyi kayd ederse etsin merkezinde insan olmayan hiçbir sistem kabule şayan olamaz.

ÖYLEYSE DÜNYA TARİHİNDE TOPLAM 600 YIL, BU DEVRENİN 250 YILINI SÜPER GÜÇ  OLARAK SÜRDÜRMÜŞ OLAN OSMANLI DEVLETİNİ VE TOPLUMUNU AŞAĞILAMAK HİÇ KİMSENİN HADDİ VE HAKKI OLAMAZ.  Bu devre içinde atalarımız hangi uygulamayı yapmışlarsa  bunlar bizim için saygıdeğer birer hatıradırlar.  Osmanlı, Selçuklu, Karahanlı,  Göktürk  ve vs  gibi tarih boyunca bizim selefimiz olan devletler rejim,  ekonomi, hayat tarzı, kılık-kıyafet ve alfabe gibi kendi tercihleriyle benimseyip tatbik ettikleri her uygulama bizim için hürmete şayandır. ONLARI KINAMAYA VE TAHKİR ETMEYE HAKKIMIZ OLAMAZ ve OLMAMALIDIR.

Medenî olan bir insan başka milletlerin kabulleri ve uygulamalarını yadırgamadığı gibi mensubu olmakla şeref duyduğumuz atalarımızın kabullerini de hatıra olarak görmek durumundadır.

ESAS OLAN İNSANDIR.

AMA YA OLDUĞU GİBİ GÖRÜNEN VEYA GÖRÜNDÜĞÜ GİBİ İNSAN.

MASKE TAKAN DEĞİL..

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Doç. Dr. Ömer Akdağ Arşivi

YAZI

02 Ocak 2017 Pazartesi 09:01

DUA

19 Aralık 2016 Pazartesi 09:04