Hakan Bahçeci

Hakan Bahçeci

Kalbime Ulaşmıyor Sesim

Kalbime Ulaşmıyor Sesim

            Ne çok konuşup söylüyorum ve ne çok dil döküyorum yüreğime. Farkındayım; sesim çok cılız, güçsüz ve cesaretsiz lakin bunlar değil sözümdeki gücü zayıf düşüren sebep. Oysa insan nasıl olur da duymaz, duyamaz kendi söylediklerini?

            Kalbime ulaşmayan sesin, içine düştüğü umutsuzluğu ve çaresizliği kime anlatmalı ve nasıl anlatmalı? Kalbime ulaşmayan ses karşımdakine nasıl ulaşacak? Çıkmaz bir yola girdiğimin farkındayım. Ama eğer bir yol ve yola düşecek birileri varsa o yola girmeye de ihtiyacımız vardır.

            Sesimin kalbime ulaşmasını istiyor muyum peki? Sözüm, sesimle beden bulurken kendine, neden tekrar kendi bedenime dönmesini istiyorum çırpınarak? Sözün sahibi olarak ben, sözümün kalbimle ilişkisini kendim tayin etmeye layık değilsem hükmüm yoktur elbet söze.

            Sesin ve kalbin sahibi olarak, kalbimin sesimden bihaber olmasına razı gelmiyorum işte ve illa. Sebeplerini ve çarelerini kalbimden başka bilen de yok, tamam, buna da eyvallah… Peki, bu kalp sıkışması ve dil tutulması neye işaret?

            Sesimin gücünü artırmak için, bağırdım, çağırdım, haykırdım. Şaşalı ve ihtişamlı cümleler kurdum. Gece geç vakitlere kadar “bence, yani, hatta” ile başlayan nutuklar sıraladım meclise. Kendim olmaktan çıktığım anlar da oldu belki. Kayda değer hatipler gibi konuşmak için taklit ettim onları, bedenim, elim kolum, yüz hatlarımla destek verdim kelamıma.

            Sesimin yüksek perdelere çıktığını biliyorum. Dinleyenlerin yüzünde oluşan “anlıyorum seni, aynen öyle” ifadeleri beni mutlu etmiyor mu? Mutlu olmak için mi söylüyorum, yok asla! Demiş olmayı değil, demenin zorunluluk olduğunu bilerek söze giriyorum hep. Sözün namusu vardır, bunu bilmekle övünen ben, bunu unutacak da değilim nitekim.

            Söylediklerimin mefhumunda mı bir mesele var? Ne söylediklerime bakıyorum, sesimin aldığı hale bakıyorum. “Sözün tesiri ne dediğimize da bağlı” diye öğretmişti Paşam. Ne diyorum peki? Ne çetin bir soru sorduğumun farkındayım. Doğrularımın ne ile ve kim ile mihenk taşına vurulduğunu sonraya bırakanlardan mıyım yoksa? Ne çok doğru var ve ne çok yanlış? Hangisi sesimin tesirini arttıracak?

            Sesimi perdeleyen, engelleyen, sinyal gücünü zayıflatan başka amiller mi var? “Yok” diyemem. Sesimden çok çıkan ve sesimi bastıran ve tüm çabasını buna harcayan bir çağın çocuklarıyız biz. Dünü yaşamamış biri olarak ne kolay sıyrıldığımın ve bunun basit bir kaçış olduğunun farkındayım. Yine de sesimi bastıran, ruhuma hoş gelen, hislerimi okşayan, “tamam susma ama sesin de çıkmasın” diyen bir dünyaya doğdum velhasıl.

            Israrla ve inatla sesimi neden kalbim duymalı telaşı ve çabasındayım? Buna verecek cevabı olmayan, tek ben değilim ve hatta cevabın herkes tarafından bizzat bilindiğinin de bilincindeyim. Bu bilinçle giriyorum bu mücadeleye.

            Verdiğim çabanın nereye varacağını ve neye isabet edeceğini beni yaratana bırakmayı başarabilmeliyim. Sesim kalbime ulaşmak zorunda mı o zaman? Çok daha müşkül bir sual sorar zihnimiz şu an; sesimin kalbime ulaşmamasında tek sanık sesim midir, kalbin hiç mi yoktur vebali? Ya da ses neden kalbiyle bu kadar cebelleşir? Oysa kalp değil midir ilk söz alan ve kalp değil midir ses olup vücut kazanan?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hakan Bahçeci Arşivi
SON YAZILAR