Kim Kötüler Kadar Tanımsız
Ekranlara sığmıyor iyilik öyküleri kötüler kadar. Bugünlerde, kahramanlarımızı seçmek, sanki manken seçmek kadar trend bir meseleye dönüştü. Her gün, sokağın köşesinde, dijital dünyanın uçsuz bucaksız arenasında, iyilik ve kötülüğün dansını izliyoruz.
Kahramanlık öyküleri, destanlar, masallar… Tüm bu hikâyelerin arkasında hep aynı gerçeği saklıyoruz: İyilik ve kötülük arasındaki zıtlık, neredeyse bir aksiyon filmi senaryosunu andırıyor. Fakat ne yazık ki, gerçek dünya o kadar da sinematik değil; burada taraflar belirgin, maskeler var ve seçimler hayatlarımızı şekillendiriyor.
Demem o ki iyilik, artık seçkin bir kulübün üyesi olmak gibi sunuluyor; “iyi” insan olmak, bir sosyal statü sembolü haline gelmiş durumda. Yaratılış kodlarında, özünde, cevher olarak iyilik bulunan insan, normalinde ve gayet doğal haliyle iyidir, iyi olması beklenir, çünkü yaratılış iyidir. Herkes ve her şey kötücül bir bakış açısıyla ve illa bir kötü kahraman vardır algısıyla sunulup iyiliğin bir statü olduğuna nasıl da kani olduk! Fakat bu statü, sarsıcı bir gerçeği de beraberinde getiriyor: Ne kadar “iyi” olduğunu tartışmak için, kötülükle karşı karşıya geldiğimiz o keskin çizgiyi göz ardı edemeyiz. Kötülük, hepimizde var olan, zararsız gibi görünse de, toplumun en çürük yanlarını ortaya çıkaran bir güç olarak kendini gösteriyor.
İyilik ve kötülük arasındaki bu karşıtlık, bir reklam kampanyasından farksız: “Doğru tarafı seçin, aksi halde günün sonunda kimseyi kandıramazsınız.” İşin kaçınılmaz yanı, iyiliğin yanında olmanın, öyle basit ve masum bir tercih olmadığını itiraf etmemiz olsa gerek. Her ne kadar toplum, kendini “iyi” tarafında konumlandıranları alkışlasa da, aslında bu tercihin getirdiği sorumluluk ve zorlukları pek kimse anlatmıyor. Kelli felli şatafatlı ekran cümleleri tek başına “iyi” olmanın gereğini sağlamıyor.
Gerçek şu ki; kötülük, gizli kapılar ardında sinsice fısıldarken, iyilik o sessiz mücadelede omuz omuza verdiğimiz bir yanımızdır. İyilik tarafında yer almak, bazen göze çarpmak, bazen de büyük fedakârlıklar gerektirir. “Yalnızca iyi insan olmak yeterlidir” diye düşünüyor olabiliriz, ama bu düşünceyi ne kadar ciddiye alırsak alalım, kötülükle yüzleşmek için hepimizin bu çizginin ötesine geçmesi gerekecek.
Belki de en acı gerçek, iyiliğe olan inancımızın, kötülükle hesaplaşmamızın gölgesinde kalmasıdır. İyi olmak, öylesine pozitif bir enerji yaymak değil; aynı zamanda gerçeklerle yüzleşmek, çirkin gerçeklerin maskesini soymak ve gerektiğinde cesaretle adım atmaktır. Çünkü kötülüğün her sinsi hamlesine karşı koyabilmek için, iyiliğin yanında yer almak ve bu mücadeleyi kararlı adımlarla yürütmek şart.
Sosyal medyada, sokaklarda ya da iş yerlerinde, bir “iyi” olarak anılmak istiyorsanız, unutmayın ki bu unvan, sadece güzel sözlerden ibaret değil. İyilik, gerçek adımlar, keskin bir ifade ve duruş gerektirir.
Kötünün bu kadar pervasız bu kadar kolay yer bulabiliyor olması, onu tanımlarken ve ararken flu ve silik alanların çoğalması iyiler için son derece tehlikeli ve meşakkatli. Velhasıl iyilik ve kötülük arasındaki bu amansız çekişmede, hangi tarafta durduğunuz belki de kim olduğunuzu en net şekilde ortaya koyacak