Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal
Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal POPÜLİZMDEN KİM ÖLMÜŞ

POPÜLİZMDEN KİM ÖLMÜŞ

Dünya gündemi genelde olduğu gibi ABD ekonomi merkezli dönmeye devam ederken, ülkemizinki yaklaşan 24 Haziran seçimleri nedeniyle ekonominin içinde bulunduğu mali koşullar göz ardı edilerek “kim ne verdiyse ben bir fazlasını veriyorum” şeklinde klikleşen buram buram siyasi popülizm ağırlıklı bir yapıya bürünmüş durumdadır. Böyle bir anlayışa sahip yönetim anlayışı ile ülke ekonomilerinin istikrara kavuşmasını ümit etmek, ancak hayalden öteye geçmeyecek beklentiden başka bir şey değildir. Ekonomiler için yıkıcı sonuçlar doğuracağı, enflasyonist ortamlara zemin hazırlayacağı hem bu vaatleri verenler hem de bu vaatleri dinleyen halk kitleleri tarafından bilinmesine rağmen, tüm seçimlerde özellikle de bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde yapılan her seçimde gündeme gelmesi ise, ayrı bir tiraji komik ve bir o kadar da üzerinde sosyolojik ve psikolojik araştırmalar yapılması gereken bir konudur. Seçimlere birkaç ay kala piyasaların canlandırılması adına zamların yapılmayıp baskı altına alınarak sonraki dönemlere ötelenmesi, yeniden yapılandırma adı altında vergi, sigorta, Bağ-Kur ve hatta trafik cezalarının bile önemli bir kısmının (faiz yanı sıra ana borcun bile bir miktarının) silinmesi yoluna gidilmesi gibi uygulamalara devam edilmesi ve bunun halk tarafından benimsenmesi ortaya çıkacak beklenen kötü sonucu geciktirmekten ve daha ağır koşullarla tekrar dönmesinden başka işe yaramayacaktır. Çok uzak bir geçmiş sayılmayacak tarihlerde  Türkiye’yi yöneten Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Turgut Özal, Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller gibi siyasetçileri orta yaş grubundaki herkes hatırlayacaktır, tabi ki aynı zamanda “ Kim ne veriyorsa beş fazlasını ben veriyorum; herkese iki anahtar, biri evin biri arabanın; anayasayı bir defa delmekle bir şey olmaz; benim memurum işini bilir; meseleyi mesele yapmazsak mesele kalmaz; meydanlarda söylenenler orada kaldı, onları bir kenara bırakalım; ekonomiyi beş yüz günde düzlüğe çıkaracağım; gibi “önce seçimi bir kazanalım, sonrasına bakarız” türünden popülist sloganları da.

İçinde bulunduğumuz XXI. yüzyılda hala hamaset kokan, ülkemiz ve dünya realiteleri bakımından neredeyse hiçbir geçerliliği kalmayan sloganların peşinden koşulması ve buna benzer hayal tacirliğinden ekonomimiz adına ümit beslenmesi, gelinen bu noktada 82 milyon ülke insanımız adına üzücüdür. Yapılması gereken zamların bloke edilmesi ve popülist açılımlara devam edilmesinin sorunları çözmediği, üstelik ağırlaştırarak yapısal sorunlara yol açtığı da, yine bilinmektedir. Seçimlerin hemen sonrasında sonuç ne olursa olsun, talebin fiyat esnekliği 0 ile 1 arasında olan yani esnekliği sert kabul edilen temel gıda maddeleri ile benzin, motorin, doğal gaz, elektrik gibi kullanmaktan vazgeçilemeyecek mal ve hizmetlerin fiyatları ile vergi oranlarının artırılacağını bilmeyen var mı? Buna rağmen meydanları dolduran kalabalıkların hayal tacirliğine prim vermelerini anlamak mümkün değildir. Ülkelerin potansiyel büyüme oranını yakalayıp sürdürülebilirliği sağlamalarının yolu; beşeri sermaye niteliği yüksek, geleceği şimdiden planlama yeteneğine ve düşüncesine sahip kalifikasyonu yüksek, çalışkan bir nüfusa sahip olmaktan geçmektedir. Değilse geçici laflar peşinden koşmakla, günü kurtarmaya yönelik politikaların kuyruğuna takılmakla, maçlarda takımlarını destekleyen taraftarlar gibi miting meydanlarında zorlama bağırıp çağırıp alkışlamakla, ekonomideki sorunların üstesinden gelinmesinin olanak dışıdır. Ülkemiz adına bu gerçeği bir an önce anlamak, uzun vadede potansiyel istikrarlı ve sürdürülebilir büyümeyi sağlamamızın ön ve olmazsa olmaz şartıdır. Yıllar önce katıldığım bir toplantıda bir Amerikalı yetkili bizde, “Tanrı kendine yardım edene, yardım eder” diye bir söz vardır demişti. Bu sözü de, bireyin başta alanı ile ilgili olmak üzere çok okuması, çalışması, kendini yetiştirmesi ve dünyadaki gelişmelerden haberdar olması gerektiği, fırsat çıktığında da değerlendirme şansına ancak bu şekilde sahip olabileceğini söylemişti. Bu durumu ülkemize uyarladığımızda, dünya ülkeleri arasında maalesef çok gerilerde yer aldığımız ortadadır. Üniversitelerimizin niteliği bir yana lisans öğrenci sayısının nüfusa oranı ile orta öğretimin kalitesi, ara eleman sağlayan kurumlarımızın yeterlilik verileri ve okuma oranının girmeye çalıştığımız AB normlarının çok altında kalması, şaşılacak bir durum değildir. Gerçek bu iken, hala sloganlardan çare bekleyen halk kitlelerine sahip olmamız, dünyanın yakaladığı yüksek teknolojiye dayalı büyüme olanağını neden ıskaladığımızın ve XXIII. yüzyılda kaçırdığımız sanayi devriminden gereken dersleri çıkarmadığımızın da göstergesidir. Sadece konuşan, günü birlik yaşayan, çalışmayan ve okumayan bir milletin, gelişmiş ülkeler düzeyine çıkması ve ayakta kalması olanaksızdır.                    

Soru: Seçim sürecinde yapılan harcamaların ekonomiye canlandırması kalıcı mıdır? Neden?

Sözün Gözü: Ayakların baş başların ayak olduğu ülkelerin yok olma süreci başlamış demektir.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal Arşivi