Hasan Ukdem

Hasan Ukdem

Safra atmak

Safra atmak

Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak! 
Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak: 
Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden, 
Çatırtılar geliyor karanlık kubbemizden, 
Çekiyor tebeşirle yekûn hattını afet; 
Alevler içinde ev, üst katında ziyafet! 
Durum diye bir lâf var, buyrunuz size durum; 
Bu toprak çirkef oldu, bu gökyüzü bodurum! 
 
Üstat Necip Fazıl’ın Destan şiirini bugünlerde tekrar tekrar okumak gerekiyor. Kulların içinden “Durun kalabalıklar” deme cesaretini gösteren çıkmayınca, Allah, bütün dünyanın düzenini bozacak bir ihtar gönderiverdi: Korona virüs... Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Şimdiden Avrupa’nın en janjanlı şehirlerinden ezan sesleri, Kur’an nefesleri gelmeye başladı bile. Ama benim esas önemsediğim bunlar değil. Küffar nihayetinde kendi ekseninde dönmeye, küfründe ısrar etmeye devam edecek. Benim kaygım Müslümanım diyenler bu mesajı nasıl algıladı? nasıl değerlendirdi? nasıl tedbirler almakta? Bu konuda çok iyimser olamıyorum maalesef. Zira ne devletler bazında ne de fert fert Müslümanlar olarak hakkımızdaki hükmü kaldırmakta zorlanıyor, alışık olduğumuz hayattan taviz vermek istemiyoruz.  
 
Gemiler deryada yolculuk yaparken, bir arıza aldığında ya da su almaya başladığında ağırlığını hafifletmek için, geminin kaptanı tarafından alınan kararla gereksiz yüklerini denize atmaya başlarlar. Bu harekete gemicilik literatüründe “safra atmak” denir. Bizim de dünya yolculuğu yaptığımızı göz önünde bulundurursak, hayatımızdaki arızayı görüp, su almaya başlayan gemimizin farkına vararak, gereksiz yüklerimizden, fazla edindiğimiz dünyalıklarımızdan vaz geçmemiz ve yolculuğumuzun selametini sağlayacak kararlar almalıyız. Dinimizin kurallarına işimize geldiği, nefsimize uyduğu ölçüde riayet etmeyi bırakıp, Rabbimizin bize çizdiği yolu takip etmemiz lazım. Kapitalizmin bize dayattığı doyumsuzluk sendromundan kurtulmamız gerek. Bu dünya düzenine kapılmak bizim akıbetimizi hüsrana sürüklüyor. Hayat insana bir kere verilen ve son nefesten sonra telafisi mümkün olmayan bir şey, henüz hayattayken hala bir umut varken bunu düzeltmek gerekiyor. 
 
Evet dünya fani ve insan ölümlü. Ama bu dünyadan geçtikten sonra ölümsüzlüğünü görecektir insan. Öyleyse dünya hayatımızı iyi değerlendirmeliyiz. Hem bireysel hayatımızın sona doğru evrildiğini hem de dünyanın kıyamete yürüdüğünü fark edelim. Virüsler, depremler, seller ve bütün felaketler hatta gök gürültüsü bile insana ihtardır. Allah kullarını sevdiği için yanlıştan dönmelerine yönelik uyarılarını sürekli yapıyor. Hayatımızdaki haramlardan kurtulup, helal dairesine tekrar girelim inşallah. 
 
Yazımın son bölümünde korona virüs günlerinde ülkemizi idare edenlere de bir parantez açmak istiyorum. Gerek sağlık alanında yapılan fedakârca hizmetlerden, gerekse hem içerideki yardıma muhtaç vatandaşlarımıza hem de dünyanın neresinde olursa olsun bütün vatandaşlarımıza yapılan hizmetleri cümle alem görüyor. Sadece bizim insanlarımıza değil bütün dünyadaki insanlara, devletlere yardım eli uzatılıyor. Başta Cumhurbaşkanı’mız olmak üzere, sağlık bakanımıza, içişleri bakanımıza ve diğer bakanlarımıza takdirlerimizi, teşekkürlerimizi sunuyoruz. İnsana değer vermenin, devletin gücünü insanlığın yararına kullanmanın, yardıma muhtaç olanın dinine, ırkına bakmadan aynı hassasiyetle hizmet götürmenin destanını yazıyorlar.  
 
Dünyayı yönetenlerin bir hesabı varsa, Allah’ın da bir hesabı vardır elbet. Kâinatı yaratan ve yöneten kudret karşısında yeryüzünün sahte Tanrıları ne yapabilir ki? Bu hakikate bütün kalbimizle inanıyoruz. Bizim zafiyetimizden gayrı kaybımız yok. Allah’ın izniyle bu zafiyetimizden de içimizdeki safradan da kurtulacağız. Yeter ki bir karar verelim, ibret alalım ve yolumuza devam etmek için gerekli olan sağlam kılavuzu takip edelim. 
 
Son olarak Üstadın yukarıda girişini verdiğim şiirinin devamı ile yazımızı bitiriyorum. 
 
Bir şey koptu içimden, şey, her şeyi tutan bir şey, 
Benim adım Bay Necip, babamınki Fazıl Bey; 
Utanırdı burnunu göstermekten sütninem, 
Kızımın gösterdiği, kefen bezine mahrem. 
Ey tepetaklak ehram, başı üstünde bina; 
Evde cinayet, tramvay arabasında zina! 
Bir kitap sarayının bin dolusu iskambil; 
Barajlar yıkan şarap, sebil üstüne sebil! 
Ve ferman, kumardaki dört kıralın buyruğu; 
Başkentler haritası, yerde sarhoş kusmuğu! 
Geçenler geçti seni, uçtu pabucun dama, 
Çatla Sodom-Gomore, patla Bizans ve Roma! 
Öttür yem borusunu öttür, öttür, borazan! 
Bitpazarında sattık, kalkamaz artık kazan! 
Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul; 
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul. 
Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa; 
Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa! 
Kubur faresi hayat, meselesiz, gerçeksiz; 
Heykel destek üstünde, benim ruhum desteksiz. 
Siyaset kavas, ilim köle, sanat ihtilâç; 
Serbest, verem ve sıtma; mahpus, gümrükte ilâç. 
Bülbüllere emir var: Lisan öğren vakvaktan; 
Bahset tarih, balığın tırmandığı kavaktan! 
Bak, arslan hakikate, ispinoz kafesinde; 
Tartılan vatana bak, dalkavuk kefesinde! 
Mezarda kan terliyor babamın iskeleti; 
Ne yaptık ne yaptılar mukaddes emaneti? 
Ah, küçük hokkabazlık, sefil aynalı dolap; 
Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılap. 
 
Sevgiyle kalın. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Ukdem Arşivi
SON YAZILAR