Şekerci Amca
O gün olmazsa ertesi gün yanına uğramak; ışıldayan gözlerine bakıp ağzından dökülecek tatlı ve tesir edici sözleri dinlemek en büyük zevklerimden biriydi. Anlattıkları derin ve etraflı olduğu gibi, aynı zamanda ders niteliğindeydi. Bunlar hayat tecrübesinin hüzünlü sayfalarından ibaretti. O, bir birine zıt olduğu kadar biri diğerini tamamlayan çok boyutlu meseleleri tıpkı dantela titizliğinde ve farklı bir üslup kullanarak anlatırdı. Bu sözlerden siz; “Şu yoldan giderseniz amacınıza ulaşırsınız, aksi halde işiniz zor!” Gibi bir anlamı pekâlâ çıkarabilirdiniz. Önünüze örnek bir yol haritası koyar, adeta seçim sizin diye de eklerdi. Bir müneccim olmadığı gibi, bir falcı da değildi. Yaşadıkları ona sanki filozofluk vasfı kazandırmıştı. Kim bilir bu hayatta başına ne gelmiş, neler yaşamıştı. Sohbetin koyu bir yerinde okulun teneffüs zili çaldı. Samimi bir tavırla bana; “Önce küçük müşterilerimi şekerlendireyim, sonra da biz şekerlenmeye devam ederiz.” Dedi. Şekerci amca! Diyerek yanına doluşan çocuklara; “Merak etmeyin hepinize yetecek kadar pamuk şekeri var!” Diye seslendi. Bir taraftan ayağını pamuk şekeri arabasının altındaki pedalda ileri geri hareket ettirirken, diğer taraftan da ellerini tıpkı orkestra şefi kıvraklığında kullanarak araba camekânının içine yayılan pamuk şekerlerini çubuklara ardı ardına dolayıp hızlıca küçük müşterilerine uzatıyordu. Ürettiği pamuk şekerlerini parası olsun olmasın bütün çocuklara dağıttı. Parası olmayan çocuklara dönerek; “Bak deftere yazıyorum ha!” Dedikten sonra tatlı bir kahkaha atıp işine devam etti.
O, şekerini bu okul dışında başka bir okulun önünde daha satardı. Soluk mavi boyalı ve bir hayli yıpranmış üç tekerlekli arabasıyla yağmur, çamur demeden oradan oraya koşar, nafakasını çıkarmak için gecesini gündüzüne katardı.
Bir gün yanına uğradığımda onu elinde eski bir gazete okurken gördüm. Kendisine gazetenin yeni olup olmadığını sordum. O, yine ışıldayan gözlerini yüzümde gezdirerek; “ Ben hayatla yarıştan çekildim. Onu geriden takip ediyorum.” Dedi. Sonrada; “Bilginin yenisi, eskisi olmaz! Unutma bunu.” Diyerek elini omzuma koydu. Karşılıklı gülüştük. Eski gazeteyi ilanlarına varıncaya dek okuması garibime gitmişti.
Onu epey bir zaman çalıştığı okulların önünde göremeyince merak etmiştim. Küçük bir araştırma sonunda ev adresini buldum. Evi alçak avlu duvarıyla çevrilmiş, derme çatma yapılı küçük bir kulübeyi andırıyordu. Bahçede dört, beş yaşlarında bir çocuk feryat figan ağlıyordu. Annesi ona; “Az kaldı iki gözüm. Birazdan baban gelecek arabadan tüpü söküp yemeği pişireceğim, az kaldı!” Diyordu. Anlaşılan evin tek tüpünü gündüz şekerci amca işte, iş dönüşü akşam sabaha kadar ise evde kullanıyorlardı. Onun lakabı, “Şekerci amca” olsa da, hayatı acılarla doluydu. Şekerci amca dediği gibi hayatla yarışı çoktan bırakmıştı. İçim sızlaya sızlaya cebimdeki bütün parayı avlu kapısın yanında bulunan büyük taşın altına koyarak oradan uzaklaştım.
Esenlik dileklerimle.