İbrahim Çolak

İbrahim Çolak

Sevgini Kazanamazdım

Sevgini Kazanamazdım

Dağlım, yorgun çiçeğim…
Mektuplarımın adresi gönlündür. Son görüşmemizde, sesinin içinde, göğsünün derinliklerden gelen bir titreme, bir acı var gibiydi. Ömrünü hatasız tamamlayan olmaz, acısız, hüzünsüz, gurbetsiz… Bunun yanında mutluluklar, neşeler, coşkular da yaşayacağız. Ancak bizi geliştiren, bizi "insan" yapan ıstırap ve yoksunluklardır. Bir de severek "insan" olmak var. Sorarsan hepimiz seviyor ancak şikâyetten de geri durmuyoruz. Kapına bir demet kayısı gülü bıraktım, sen kaldır çöpe at! Gül değişmez, değişen biz oluruz. Şehrinin karşısına özlemek yazıyorum. Sabahı şükürle karşılayanlara selam olsun.
 
Dağlım, arada öldürüp, her gün yeni baştan sevdiğim…
Biliyorsun değil mi Dağlım, biliyorsun, hemen hepimiz sevdiklerimizi daha yaşarken “öldürür”, içli içli ağlar, sonra da onların sağ oldukları gerçeğine döner, mutluluk yaşarız. Bu günlerde gönlüm kabarık, bu günlerde yorgunum, bu günlerde hazan ve hüzün doluyor içim. Biliyorum, sana yazdığım bu mektupların bencil bir yanı da var. Beni affet!
 
Dağlım, süt dişim.
Geçenlerde bir kardeşim ile konuşurken şöyle bir şey söyledi, yaşananları tasvir etmek için:
“Sanki bir kez yaşanırmış, sanki bir kez gerçekleşirmiş, sanki süt dişi gibi…”  Sanki süt dişi gibi. İnceliğe, nezakete, güzelliğe bakar mısın? Duam; süt dişin hiç düşmesin! Yine dua ediyorum; Rabbim seni gönlümden ve dualarımdan eksik etmesin. Başka bir kardeşimden de şunları duydum: “Bu yaz ne gördüm biliyor musun, kayayı, koskoca taşı delip, hatta umursamadan,  üzerinde yeşermiş bir çiçek.  Dimdik, hafif rüzgârla, nazlı nazlı salınıyordu. Yeğenim,  fotoğrafını çeksene dedi ama çekmedim, çektirmedim de.  Bana bu güzelliği gösterdiği için Allah’a şükrettim, teşekkür ettim. Bazı güzelliklerin kalbimizde ve hafızamızda kalmasına inandım.” Rabbimizle sırrımız olmalı diyerek ben de bu kardeşimize bolca teşekkür ettim.
 
Dağlım, özlediğim.
İkindi gölgeleri uzadı. Seni özlüyorum. Her şey yaşanır, her şey geçer, bizden geriye insanlığımız kalır. Okuduğum onlarca kitap, altını çizdiğim satırlar, yazdıklarım, yazamadıklarım, sustuklarım. Seni özlüyorum. Sırt üstü toprağa uzanır, gökyüzüne dalıp gider, usulcacık ağlar, ferahlar, şükreder ve kalkıp yürümeye devam ederdim. Kemalettin Tuğcu okurken hep ağlardım. Seni özlüyorum. Birkaç kez günlüğüme yazmıştım. Beni öldürecek insan merhametli olsun. Yaşadığım hayattan ve insanlardan öğrendiğim hepimizin merhamete ve şefkate ayarlı olduğuydu. Bir de ben sarılmayı çok severdim. Sonra şımartmayı. Sığınmayı. Seni özlüyorum. Ordasın, varsın, uzaksın. Olsun. Bütün rağmenlere rağmen, seni seviyor ve özlüyorum. Seni el değmemiş ve koklanılmamış yayla çiçeğine benzetiyorum.
 
Dağlım, uzaksın ve güzelsin.
Kalbin kalbe yakınlığı gibi, kalbin kalbe uzaklığı da var. Ancak asla unutmayacağımız şu olmalı: Çevremizdeki insanların hepsi “iyi” olsa yaşamaya ne var, üç yüz sene güle oynaya yaşar insan, yaşaması da cennet olur. İşte o, “kalbimize serin gelen” insanlar da hayatımıza yani imtihana dâhil. Bu arada, son okuduğum kitap müthişti, çokça altını çizdiğim satırlar oldu, kitabı sana ulaştıracağım.
 
Dağlım, yarınsız sevdiğim.
Birbirimize umut ve esenlik olalım. Dua olalım. Ötesi dünyanın meşgalesi ve dikenidir. Yarın yok Dağlım. Yarın yok, yarını hasretle bekliyor olmama rağmen. Yarına kalmadan sevmeli, yarına kalmadan vermeli, yarına kalmadan sarılmalı, yarına kalmadan yazmalıyım. Yarın yok! Yarın yaşarsam, yeniden yazarım, kalemim bitmemiş olursa! Yarın yok Dağlım! Yarın yok ancak, şimdi, şu an, sen varsın ve varlığın mutluluğum oluyor. Seni bazen, dönmeme ihtimalim yüksek bir savaşa gidecekmiş gibi hüzünle seviyorum.
 
Dağlım, sabredenim.
Bir gün, bir şehirde, sevdiğim insan beni görür de hüzünlenir diye bütün gün parkın birinde oturup dua etmiştim. Duyurmamız gereken ve duyuracak olan Rabbimizdi. O her şeye şahitti. Dua, her türlü sesten daha kuvvetliydi. Buna inanmak lazımdı. Bugün iç içe çok farklı duygular yaşadım. Bu olaylar ve hisler vesilesiyle Rabbim bana ne söylemeye çalışmıştır diye düşündüm. Belki duyup anladım, belki de duymadım ve anlamadım. Bunca yoğunluk arasında kitap okudum. Hep gönlümdeydin. Hayat akan bir nehirdi ve bizde bu nehirle beraber akıyorduk. Hüzünlüyüm… Hüznüm Rabbimin katındandır.
 
Dağlım, beni şımartanım.
Sen yazdıklarımı beğeniyorsun, ben seni, ödeşmiş oluyor muyuz? Yine yollardayım, tek yüküm var; kalbim. Ardımızda bıraktığımız nedir sevgi, merhamet ve duamızdan başka. Kalbimizden uzaklaştıkça, yarın unutacağımız tartışmalara giriyor, gönül kırıyor, hırsımıza ve dünyaya yeniliyoruz.  Yaşamak nefes alıp vermek değildir Dağlım. Yaşamak; derdimizin ve yorgunluğumuzun olmasıdır. Ya beraber güzel olacak ya da kaybedeceğiz. Güzel olalım istiyorum.
 
Her gece ölürüm ancak bir sabah doğmam!
Hayatımız doğumla ölümün arasına sıkışmış zamandan çok daha uzundur Dağlım. Bu yol, acılardan,  güneşlerden, karanlıklardan,  yorgunluklardan, yolculuklardan, kitaplardan, hasretlerden, kavuşmalardan, kaybettiklerimizden oluşuyor. “Kim bilir! Belki de gerçek, bu dünyada bize verilmemiştir ancak her şeyi yücelttiği için hiçbir şeyin aşamadığı aşk verilmiştir” Şafağa erişmek istiyorsak gecenin içinden geçmek zorundayız Dağlım.
 
“Kimi zaman, dünyaya şu gün, şu bahçede şu gülü koklamak için geldiğimi ve hayatımın, bu anın kısa ya da uzun bekleyişi olduğunu hayal ediyorum.” Ben seni sevmeye de işte böyle bakıyor, kısa veya uzun bekleyişimden şikâyet etmiyorum Dağlım.
 
Sevgi ve muhabbetle, güneşli ülkemizin içinden birbirimize baktığımızda, “yeni doğmuş, yaşlarımızdan da eski, hayatlarımızdan da güvenli, esrarlı bir dostluğun kurulmuş olduğunu sezerdik.” Kuşkusuz yüreğin benimkini aralamasaydı sevgini kazanamazdım.
 
Sabah ola, hayır gele.
 
Allah esirgeyen ve bağışlayandır.
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Çolak Arşivi
SON YAZILAR