Şerife Oktar

Şerife Oktar

Tebbet-İhlas

Tebbet-İhlas

Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla

111.Tebbet

Adını ilk kelimesinden(elleri kurusun) alır. Hadis kaynakları ile ilk dönem tefsirlerinde sûre Mesed, Ebû Leheb ve Leheb adlarıyla da anılır. Sûrenin nüzûlüyle ilgili olarak kaynaklarda çok sayıda rivayet yer almaktadır. Bunların en meşhuru: Kur’an’da,“En yakın akrabanı uyar”meâlindeki âyetin (eş-Şuarâ 26/214) inmesi üzerine Resûlullah bir sabah vakti Safâ tepesine çıkıp Kureyş mensuplarına seslenmiştir. Kureyş mensupları etrafında toplanınca,“Size şu dağın arkasından bir düşman süvari birliğinin gelmekte olduğunu söylesem bana inanır mısınız?” diye sormuş, onlar da, “Daha önce senin herhangi bir yalanını duymadık” demiştir. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem kendisinin şiddetli bir azap öncesinde gönderilmiş uyarıcı bir elçi olduğunu bildirmiştir. Dinleyiciler arasında bulunan amcası Ebû Leheb onu azarlamış ve, “Kahrolası! Bizi bunun için mi buraya çağırdın?” diyerek uzaklaşmıştır. Bu olayın ardından, Ebû Leheb’in kullandığı “tebb” kavramıyla başlayan bu sûre nâzil olmuştur (Müsned, Buhârî, Tirmizî). Sûrenin ilk üç âyetinde asıl adı Ebû Utbe Abdüluzzâ olan, fakat yüzünün güzelliği dolayısıyla babası tarafından “Ebû Leheb” (alev alev parıldayan) künyesiyle anılan amcasına beddua edilmekte, sahip olduğu servetin ve çocuklarının kendisini cehennem ateşinden kurtaramayacağı haber verilmektedir. Son iki âyette Ebû Leheb’in karısı Ümmü Cemîl Ervâ’nın da alev alev tutuşan cehenneme gireceği bildirilmektedir; çünkü o Hz. Peygamber’e eziyet etmek için dikenler taşıyıp geçeceği yola sermekteydi.

Ebû Mansûr el-Mâtürîdî şu yorumu yapar: Tebbet sûresinde Resûl-i Ekrem’in hak peygamber oluşunun üç yönlü bir ispatı vardır. Birincisi, ilk inen sûrelerden biri olan bu sûrede Ebû Leheb’in ve karısının cehenneme gireceğinin bildirilmesi ve yaklaşık on yıl sonra ölen Ebû Leheb’in de küfür üzere ölmesidir. İkincisi, İslâmiyet’in çok az taraftarının bulunduğu bir sırada Hâşimîler’in reisi Ebû Leheb gibi bir kişi hakkında bu kadar ağır bir ifadenin kullanılmasıdır; bu da ancak Allah’ın, peygamberini koruması sayesinde mümkün olabilir. Üçüncüsü, Resûlullah’ın son derece kibar bir şahsiyet olmasına rağmen böyle ağır bir üslûba yer verilmesidir; bu ise din konusunda hiç kimseye boyun eğmemesi esasının bir gereğidir.

*Ebû Leheb'in elleri kurusun. Zaten kurudu. ﴾1﴿ Ona ne malı fayda verdi, ne de kazandığı. ﴾2﴿ O, bir alevli ateşe girecektir, ﴾3﴿ Boynunda bükülmüş hurma liflerinden bir ip olduğu halde sırtında odun taşıyarak karısı da (o ateşe girecektir). ﴾4-5﴿

112.İhlas

Allah’ın birliği inancını öz olarak ifade ettiği için “tevhid”, aynı inancın İslâm’da temel akîdeyi oluşturması sebebiyle “esâs”, sûrede hiçbir şeyin Allah’a benzetilemeyeceği, O’nun her şeyden başka ve üstün olduğu anlatıldığı için “tecrîd”, Allah’a burada anlatıldığı şekilde inananlar bu sayede kurtuluşa erecekleri için “necât”, kişi bu sûrede anlatıldığı şekilde iman ettiği takdirde Allah’ın sevgisi ve dostluğunu kazanacağı için “velâyet” adları da verilmiştir. 

İhlâs sûresi Kâfirûn ile birlikte “İhlâseyn” ve “Mukaşkışateyn” (tedavi eden), Felak ve Nâs sûreleriyle birlikte “Muavvizât” (Allah’a sığındıranlar)(Buhârî, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 14) adlarıyla da anılır.

Rivayetlerden anlaşıldığına göre Resûl-i Ekrem, gerek müşriklerin gerekse Yahudilerle Hristiyanların Allah hakkındaki sorularına cevap olarak İhlâs sûresini okumuştur. 

İhlâs sûresinin muhtevasıyla ilgili olarak müfessirlerin üzerinde durdukları en önemli konu, ilk iki âyette yer alan “ahad” ve “samed” kelimelerinin anlam ve içerikleridir. Ahad sıfatı Allah’a nisbet edildiğinde O’nun birliğini, tekliğini ve eşsizliğini ifade eder. Bu sebeple ahad sıfatının bazı istisnalar dışında Allah’tan başkasına nisbet edilemeyeceği düşünülür. Aynı kökten gelen “vâhid” ise Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde Allah’ın sıfatı olarak geçmekle birlikte Allah’tan başka varlıkların sayısal anlamda birliğini ifade etmek için de kullanılmaktadır. Sûrenin ilk âyetinde Allah lafzıyla bütün sübûtî sıfatlara, ahad lafzıyla da selbî sıfatlara işaret edildiği anlaşılmaktadır.

Samed kelimesi “bir kavmin ilk atası, herkesin kendisine ihtiyacını arz ettiği, fakat kendisinin kimsenin yardımına muhtaç olmadığı ulu başkan” gibi anlamlara gelir. Sûredeki bağlamına göre samed, “var oluş bakımından kimseye muhtaç olmayıp her şeyin varlığını kendisine borçlu olduğu vâcibü’l-vücûd” demektir. Buna göre samed kelimesi doğrudan doğruya ahad isminin açıklaması, daha sonra gelen “doğurmamış ve doğmamıştır” âyeti de samed isminin açıklamasıdır. “Onun bir dengi de olmadı” meâlindeki son âyet ise hem birinci âyetin açıklaması hem de bütünüyle sûrenin bir özetidir.

Resûl-i Ekrem, Felak ve Nâs sûreleriyle birlikte İhlâs sûresinin de istiâze maksadıyla okunabileceğini ve kendisinin yatarken bu sûreleri okuduğunu bildirmiştir.(Buhârî, Nesâî, )

*De ki: "O, Allah'tır, bir tektir." ﴾1﴿ "Allah Samed'dir. (Her şey O'na muhtaçtır, o, hiçbir şeye muhtaç değildir.)" ﴾2﴿ Ondan çocuk olmamıştır. Kendisi de doğmamıştır." ﴾3﴿ "Hiçbir şey O'na denk ve benzer değildir." ﴾4﴿

Önceki ve Sonraki Yazılar
Şerife Oktar Arşivi
SON YAZILAR