Acı, Acıma, Acıtmak
Çektiğimiz acıların toplamından ibaret yaşamak tecrübesi. Hiç kimse acı çekmek istemiyor mümkün olmadığını bile bile. Mutlak “iyi” bu dünyada ütopya, lakin “acı” var ve gerçek. Kim hangi acıya talip ve razı ise karşılığını da öyle bulacak. Gelip çattığımız çağ, acıdan azade değil lakin acı çekmekten ziyade acı çektirmenin hevesini ve gereğini salık veriyor.
Acımak hissi yaratılışın gereği ta ki kalbin katılaşmasına kadar. İnsani bir duygu olarak mündemiç halde kalbin bir şubesinde yaşıyor olmalıydı, merhametin bir burcu, diğerkam olmanın süsüydü. Öyle midir hâlâ? Merhamet göstermek, eskiden meziyet sayılırdı. Şimdi ise hafif şüpheli bir davranış ve zayıflık… Merhamet kalbin şerefiydi şimdilerde acizliği.
Modern çağ, acıyı çekene değil, acı çektirene hayran. Merhametli olmak mı? O neydi, “güçlü olamayanların uydurduğu bir masal” ya da “güçlü olanların ucuza dağıttıkları bir sermaye.” Üzülmek zayıflık, empati zaman kaybı, merhametse algoritmaya zarar. Ama linç? O çok etkileşim alıyor. Biri ağlıyorsa, demek ki biz doğru şeyi yapıyoruz. Biri kırılıyorsa, artık cam gibi değilse ne suçu var?
Öyle bir çağdayız ki, merhametli olmak cesaret istiyor; oysa acı çektirmek sadece cesur değil, havalı da sayılıyor. Belki de bizler, içten içe “acı çektirebilenlerin efendi” olduğu bir orta çağ fantezisinde yaşıyoruz, sadece dekorlarımız dijital. Edebinden ve efendiliğinden susanı ezik ve yenilmiş sayan ekran havarileri, bağırıp çağıran etrafa hakaretler savuran ve insanı ince ince acıtan karakterleri parlatmaktan geri durmuyor. Çünkü “ekranın ederi” onlar…
Bu çağ, merhameti bir zaaf; zalimliği ise parıltılı bir meziyet saymakta. Acı çektirmek, bir tür yeni soyluluk unvanı gibi dolaşıyor omuzlarda. Ne kadar çok can yakarsan, o kadar çok dikkat çekiyorsun. İnsanların gözlerini kamaştırmak istiyorsan, yüreğini karartmalısın artık. Kendi acısını ve hatta haksızlığını başkasına acı çektirmekte bulan, her fırsat ve imkânda derhal şikâyetlenip “şunu bir uğraştırayım da görsün” keyfinde ve hırsında olan insanımız acımayı saflık, acıtmayı paye biliyor.
Gözyaşının rengi değil, ederi ve filtresi önemli. Merhametse eski bir dilin unutulmuş bir kelimesi gibi: telaffuzu zor, anlamı belirsiz, kullanımı riskli. Modern zamanın insanı, diğerkam olmayı çoktan sildi defterden. Onun yerine algoritmalarla beslenen bir duyarsızlık yerleştirdik yüreğimize. Artık birinin ağlaması değil, ağlarken ne kadar estetik göründüğü konuşuluyor.
Yakın zamana dek bir yakınımızın, ahbabın, konu komşunun acısı bulaşıcıydı; şimdi dezenfekte ettik duygularımızı. Başkasının kederi artık ekranın öte yanında güvenle izlenen bir gösteri. Ve ne yazık ki, başkasının acısına kahkaha atmak, onu dindirmekten daha revaçta.
Zira acı çektirmek, bu yüzyılın en gözde sanatı. Kimse artık şiir yazmıyor ama herkes birbirinin kalbini kırmakta usta. Nezaketin yerini keskin cümleler, sabrın yerini sabırsız öfke aldı. Herkes bir diğerini susturma yarışında; duymak değil, duyurmak peşinde. Merhamet mi? O, sesini en az çıkaran duygudur, bu gürültüde kaybolur gider zaten.
Desem ki “merhamet sahibi olmak cesur bir eylemdir artık” hangi merhametsizin ağına düşerim? Zira bu çağ, incelikten anlamaz. O, sert olanı alkışlar, sesi yüksek çıkanı baş tacı eder. İnsanlık, başkasının gözyaşında kendi suretini görmemeyi öğrendi. Kendi acısına derman isteyen insan başkasının acısında arar oldu şifayı.