Hasan Ukdem

Hasan Ukdem

Beyşehir Gölü

Beyşehir Gölü

Bir bayram sabahı tenhalığında Beyşehir Gölü’ne bakıyorum. Karabatakların sesi de olmasa adeta sükûtun çınlamasını duyacağım. Karaya oturmuş bir sandal, yeşerip duran sazlıklar ve suların hafif hafif salladığı müşteri bekleyen tekneler… Gölün gökle birleştiği noktada zaman durmuş gibi manzara donup kalmış sanki! Peki, beni bu kurban bayramının sabahında buraya getiren ne? Başta kurbanımızın ömrümüzde ilk defa olarak ikinci gün teslim alacak olmamız. Sonrası ise buruk bir his içimde. Artık bayram sahillerin doldurulduğu, sevginin, sevincin adres değiştirdiği şu çağda özünün boşaltıldığı, hısım akrabadan daha çok yer ziyaretlerinin yapıldığı günler haline geldi.

Çocukluğumda ve gençliğimde yaşadığım bayramları hatırlıyorum da misafir geldiğinde de misafirliğe gittiğimizde de karşımızda olan insanlar bizi, içimizi ve etrafımızı şenlendirirdi. Eminim ki biz de onlarda aynı duyguları uyandırırdık. Oysa şimdi ne o şenlikler oluşuyor ne muhabbetin sıcaklığı insandan insana geçiyor. İçimi bir burgu gibi oyan bu duygularla Beyşehir Gölüne bakıyorum. Suyun üstüne yuva yapmış karabataklar görüyorum, su yılanları, balık yavruları görüyorum. Biliyorum ki kendi yaradılışlarından hiçbir şeyi bozmamışlar. Suya kurulmuş yaşamlarını büyük bir gayret ve iştiyakla yaşıyorlar.

Tenhalık devam ediyor olsa da tek tük insanlar gelmeye başlıyor gölün etrafına. Yanında kızlarıyla Suriyeli bir kadın geçiyor önümüzden; “iyi bayramlar” diyor. Mukabelede bulunuyoruz. Bu arada biz de dört kişiyiz, annem, birader ve eşi, bir de ben. Sonra el ele bir çift geçiyor sessizce önümüzden. Gölden insan sesleri geliyor kulağımıza. Pedallı plastikten su üzerinde hareket eden renkli araçlarda gölün içinde gezinti yapanlar bu seslerin sahipleri. Annem oturmuş bir ağacın altında Yasin okuyor, biz çekirdek çitliyoruz. Hava ısınmaya başlıyor. Gölün rengi farklılaşıyor ara ara. Karşıda Anamas Dağları’nı görünce, aklıma Beyşehir Gölü ile ilgili okuduğum bilgiler geliyor:

Beyşehir Gölü, etrafında yer alan dağların yükselmesi ile oluşmuştur. Bu göl Anamas ve Sultan Dağları arasında meydana gelmiştir. Bu iki dağ arasında yer alan fayın sonucunda tektonik yapılı olan Beyşehir Gölü oluşmuştur.

Beyşehir gölü kapladığı alan bakımından Türkiye'nin 3'üncü büyük gölü ve aynı zamanda ülkenin en büyük tatlı su gölüdür. Su seviyesine göre (1.121 - 1.125 metre) 615 ila 745 km2'lik bir alanı kaplar. Oluşumu bakımından tektonik menşeli, karstik bir göldür.

Beyşehir gölü taban tomografik etüdü yapılmıştır. Şimdiye kadar tespit edilen en yüksek su seviyesinde 1125 kotunda gölün hacmi 5,8 milyar metreküp ve 1121 kotunda ise 2,9 milyar metreküp olmuştur. Güneşin batışı sırasında göl ve Anamas Dağı'nın birlikteliği sayesinde mükemmel bir manzara ortaya çıkar. Öyle ki Beyşehir Gölü üzerindeki güneş batarken oluşan görüntü dünyaca ünlüdür.

Beyşehir Gölü üzerinde ortalama olarak 33 tane irili ufaklı ada vardır. Gölde su seviyesine göre ada sayısı da değişmektedir. Ancak bu değişim pek önemli değildir. Beyşehir Gölü ve çevresinde kuş gözlemi de yapılmaktadır. Ayrıca gölde olta balıkçılığı yapılmakta, yürüyüş, bisiklet ve diğer doğa sporlarına uygun bölgeler bulunmaktadır.

Bu bilgiler aklımdan geçerken, son günlerde gündeme gelen Seydişehir ile Beyşehir’in birleştirilerek il olma tartışmalarını hatırlıyorum. Bu da bana pek güzel bir fikir gibi gelmiyor ne Beyşehir’in ne de Seydişehir’in Konya’dan ayrılmalarına gönlüm razı gelmiyor. Bence Konya ilçeleri ile daha güzel bir şehir diye düşünüyorum. İşin teknik, coğrafi ve prestij yönlerini bir tarafa bırakarak.

Gölden birazcık uzaklaşarak tarihi Eşrefoğlu Camii’ne doğru yürüyoruz. Daha önce çok defalar Bu güzel ilçemize gelmiştim ama bu muhteşem yapıyı ziyaret etmek nasip olmamıştı. Görür görmez etkilendim. Girişine yapılan engelli rampasını görünce de çok mutlu oldum. İçinde hissettiğim manevi huzur, ahşap işlemeler, mihrabı, minberi le ecdadımızın bize bir nasihati gibi algı uyandırdı bende.

Ortasında bulunan karlık adı verilen kuyu gibi boşluğu gördüğümde şu bilgi geldi aklıma:

Caminin ahşap olmasına rağmen 7 asır çürümeden ayakta kalabilmesinin sırrının bugün bile bilinmediği caminin önemli özelliklerinden biri de ortasında bulunan, 4-5 metre derinliğindeki "karlık" denilen kuyudur. Karlığın, caminin çürümesini önlemek amacıyla yapıldığı sanılmaktadır.

Ve namazlarımızı kılıp camiden, son bir göle baktıktan sonra da Beyşehir’den çıkıyoruz.

Sevgiyle kalın

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Ukdem Arşivi
SON YAZILAR