Musab Seyithan

Musab Seyithan

“Eşek Arılarının Delip Geçtiği, Bal Arılarının Takılıp Kaldığı” Günümüzün Adaleti

“Eşek Arılarının Delip Geçtiği, Bal Arılarının Takılıp Kaldığı” Günümüzün Adaleti

Kanunlar örümcek ağları gibidir. Zayıflar ağa yakalanır, güçlülerse ağı delip geçer” diyen Fransız yazar Balzac'ın cümlesine nazire olarak; “Kanunlar örümcek ağı gibidir. Eşek arıları delip geçer, bal arıları takılıp kalır” denilir. Çin’de ise “Sanıkların ikisi de zenginse hâkim istifa eder. Biri zengin diğeri fakirse zengin kazanır. İkisi de fakirse adalet yerini bulur.” Onun için bugün, zalimlerin at koşturduğu dünyada hukuk, fakirler ve garip guraba için geçerlidir. Zenginler ve güçlüler bir yolunu bulup eşek arılığını yaparlar.

İşte günümüz dünyasında "Uluslararası hukuk" denilerek Müslümanların tepesinde Demokles’in kılıcı gibi sallanan; bal arılarının takılıp kaldığı, eşek arılarının ise delip geçtiği kurallar, siyonistler tarafından pervasızca çiğnenmektedir. Bu durum, günümüz adaletinin acınası halidir.

Uluslararası Ceza Mahkemesinin başta Gazze kasabı terörist Netanyahu olmak üzere üst düzey İsrailli yöneticileri tutuklama kararı çıkarabileceği haberi üzerine ABD’li 12 Senatör, mahkemeye mektup yollayarak kararı çıkaracak olan hâkimleri, “Sizi ve ailelerinizi ABD’ye girişten men ederiz” diyerek tehdit etmişlerdir. Kendilerini hukukun üstünlüğünün kahramanları olarak gören bu ikiyüzlü utanmazlar, hukukun üstünlüğünü bir tarafa bırakıp, gücün üstünlüğüne tapanlardır. Batılı sahtekârlar bunu hep yapmaktadırlar.

Bu çifte standarda, henüz vicdanlarını kaybetmemiş olan BM raportörleri, ABD ve İsrail'e ilişkin "Kendilerini hukukun üstünlüğünün şampiyonları olarak görenlerin, bağımsız ve tarafsız uluslararası bir mahkemeyi, sorumluluğuna engel olmak için sindirmeye çalıştığını görmek şok edici" diyerek isyan etmiştir.

Yedi aydır siyonist İsrail’e tonlarca bomba gönderen baş katil Amerika’nın bunak başkanı Bidon nihayet vicdana gelerek(!); “Gazze'deki siviller, gönderdiğimiz bombaların kullanılmasıyla öldürüldü” itirafında bulunmuş. “İsrail'in Refah'a geniş çaplı bir saldırıyla girmesi durumunda bu ülkeye silah göndermeyi durduracağını” da ilave etmiş. Bunu, vicdanının sesi olarak değil de ABD’de yaklaşan Başkanlık seçimlerinde geleceğini düşünme kaygısıyla söylediğine inanıyorum. Bu kaygıyla da söylemiş olsa bu itiraf karşısında Senatonun yahudi kökenli ve yahudi beslemesi üyeleri, cumhuriyetçi ve demokrat ayrımı göstermeksizin hepsi, kendini kırk yaşından beri siyonist ilan etmiş olan İsrail’in kapıkulu Joe Bidon’a cephe almışlar ve azlini istemişler, ihanetle suçlamışlardır. Çünkü Amerika’da seçimler bağışla ve zenginlerin desteği ile kazanılmaktadır. Zengin yahudi şirketleri, hem demokratları hem de cumhuriyetçileri satın alarak rehin edinmişlerdir. Onlar da gönüllü olarak Siyonistlerin zağarlığını yapmakta ve bu konuda hak-hukuk tanımamaktadır. İşte bu satın alınmış Amerikalılar ve onların peyki olan Avrupalı emperyalistler tarihi süreç içerisinde Müslümanlara karşı yapılan soykırım ve katliamlara karşı hep seyirci kalmışlardır.

Bundan 29 yıl önce 11 Temmuz 1995’de başlayıp bir hafta süren Bosna Srebrenista soykırımı da, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da gerçekleşen en büyük soykırım olarak tarihe geçmiştir. 11-17 Temmuz 1995 tarihlerinde, Avrupa’nın ortasında ve insanlığın gözü önünde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından Srebrenitsa güvenli bölge ilan edilmişti. Akabinde Hollandalı Barış Gücü Askerleri tarafından korunan Srebrenitsa’daki Potaçari kampında çok büyük bir katliam gerçekleşti. En son tespit edilen rakamlara göre, üç günde 8.325 Bosnalı Müslüman katledildi. Üç gün boyunca her 31 saniyede bir kişi öldürüldü. Bir kısmı da diri diri toplu mezarlara gömüldüler. O gün, Avrupa’nın ortasında Müslüman ülke istemeyen medenî(!) dünya bu vahşete sessiz kalarak vicdanını kaybetmişti. Bugün de, Dünya Sağlık Örgütünün tespitine göre Gazze’de on dakikada bir çocuk ölüyor, İsrail hapishanelerindeki Filistinlilerin hali bir dönem Ebu Gureyb ve Guantanamo'da ABD tarafından tutulan ve işkence edilen Müslümanlardan farksız fakat yine medenî(!) dünya sessiz.

Tarihî süreç içerisinde, Müslümanlara ve mazlum milletlere Batı bunu hep yapmıştır. Kendini kalkındırmak, hayat standartlarını geliştirmek, konforuna konfor katabilmek için Afrika’yı ve Ortadoğu’yu hep sömürmüş ve sömürüsüne engel olanları acımasızca katletmiştir. Hâlâ da sömürmesine devam etmekte, engel olanlara zerre kadar acımamaktadır. “Irak’a demokrasi götüreceğim” diyerek iki milyon Iraklıyı katlederek yeraltı zenginliklerine çökmüştür. Suriye ve Lübnan üzerinde emellerini gerçekleştirebilmek için de aynı Bizans oyunlarını sahnelemekte, teröristlere destek vererek vekâlet savaşı sürdürmektedir.

Maalesef çağımızın medenî diye yutturulmaya çalışılan, teknolojik bakımdan gelişmiş olan ülkelerine baktığımızda, ulaştıkları teknolojilerle insanlık âleminin topyekûn kalkınmasına katkı vereceklerine, onların sırtından geçinerek semirmeyi tercih etmektedirler. Menfaatlerine engel olmaya çalışan ülkelere karşı da, son model teknolojik silahlarını kullanarak katliamlar yapmaktadırlar.

Emperyalist emellerini gerçekleştirmek için yaşayan Batı ülkeleri, medenî değil vahşidir. Çünkü medeniyet, fıtrata uygun yaşamaktır. Yani yaratılıştaki fabrika ayarlarını bozmadan hayat sürmektir. Kendine, Rabbine, diğer insanlara, hayvanlara ve çevreye karşı sorumluluklarını yerine getirerek dünyasını imar etmektir. Sağlıklı bir şekilde bireysel ve toplumsal ilişki kurmaktır. Yoksa medeniyet, teknolojide zirveyi yaşamak değildir. Teknolojik gelişmeler hayatı kolaylaştırmada işe yarar fakat insanca yaşamayı sağlayan ise, medeniyettir.

Bu emperyalistler, mazlum milletlerin topraklarına el korken de, her türlü vahşeti normal kabul ederek “Merd-i kıptî, şecaat arz edeyim derken sirkatin söyler” tavrıyla itirafta da bulunmuşlardır. Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı François Mitterrand, Le Figaro gazetesine 1998’de verdiği mülakatta, “O ülkelerde bir soykırım yaşanması o kadar da önemli bir şey değil” ifadesini kullanması hâlâ uluslararası kamuoyunca bilinen bir gerçektir. Onlara göre öldürülenler mavi gözlü ve sarışın Avrupalı değilse önemli değildir.

Şu notu da düşelim: Çeşitli kaynaklar, insanlığın 5 bin yıllık tarihinde savaşsız geçen yılların yalnızca 292 yıl olduğunu kaydediyor. Aynı kaynaklara göre bu savaşlarda 4 milyarın üzerinde insan hayatını kaybetmiştir. Sözgelişi Asya, Avrupa, Afrika ve Okyanusya dâhil dört kıtada birden yapılan İkinci Dünya savaşı 50 milyon insanın ölümüne, 100 milyondan fazla insanın da sakat kalmasına neden olmuştur.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO)'nün 2001 yılındaki "Global Launch Of the World Report on violence and Health" başlıklı raporunda şiddete ve savaşlara dikkat çekilerek şöyle deniliyor:

"Şiddet bütün dünyanın gündeminde ve rahatsızlık veriyor. Dünyanın her yerinde günde ortalama 4 bin 400 kişi, yılda 1,6 milyon kişi şiddet yüzünden ölüyor. Milyonlarca insan ise bu savaşlardan çeşitli şekillerde zarar görüyor." Bugün bu rakamlar mutlaka ikiye katlamıştır.

Birleşmiş Milletler İkinci Dünya Savaşı'nın başladığı 1 Eylülü "Dünya Barış Günü" olarak ilan etti ve yarım yüzyıldır bu gün dünyada çeşitli faaliyetlerle kutlanıyor. Fakat bunca çaba ve kutlamalara rağmen dünya, barış yüzü görmemiştir. Bu gidişle göreceğe de benzemiyor.

Zulme karşı sessiz kalan dünyaya ve özellikle İslam âlemine Rasûlullah’ın dilinden bir hatırlatmamız var. Bu uyarıya hazır mıyız? Rasûlullah (sav):

“İnsanlar zalimin zulmünü görür de ona engel olmazsa, Allah’ın onları genel bir azaba uğratması kaçınılmazdır.” buyurmaktadır. (Tirmizî, Tefsiru’l-Kur’ân, 5). Teemmül oluna. Azaba dayanacağına inanan dilediğini yapsın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Musab Seyithan Arşivi
SON YAZILAR