Musab Seyithan

Musab Seyithan

Ey Ayrılmış Eşler! Çocuklarınızı Kobay Olarak Kullanmayın!

Ey Ayrılmış Eşler! Çocuklarınızı Kobay Olarak Kullanmayın!

            TV kanallarında yapılan ve aile dramlarını gündeme taşıyan programlarda ayrılmış eşlerin, çocuklar üzerinden birbirlerinden intikam aldıklarını görüyoruz. Bir zamanlar izlediğim böyle bir programda, Bağcılar’da yaşayan ayrılmış bir karı-kocanın kız çocuğu, mahkeme kararı gereği velayeti anneye verilmiş ve belli günlerde de babasının yanında kalmasına hükmedilmiş. Çocuk babasının yanına gidince, anneden şiddet gördüğünü iddia ederek, babasından ayrılıp anneye dönmek istememiş. Bunun üzerine anne de mahkeme yoluyla icra kararı çıkararak kızını babasından polis gücü ile almak isteyince: “İmdat! Ben mal mıyım? Polis zoru ile bana icraalık mal muamelesi yapılıyor. Ben anneme gitmek istemiyorum…” türünden itiraz çığlıkları ile babasının boynuna sarılarak ağlayan; babadan, anne ve polis zoruyla koparılmak istenen bir kız çocuğunun dramı ekrana taşınmıştı.

            Aynı şekilde velayeti annede olduğunda, annenin babaya karşı çocuğunu fişeklediği ya da velayet babada ise anne aleyhinde çocuğunu doldurduğu görülmektedir. Anne veya babaya karşı nefret duygularıyla beslendiği böyle bir ortamda çocuk, eşlerin kobayı durumuna düşmekte ve psikolojik travmalar yaşamaktadır.

            Evet, parçalanmış ailelerde sıkça yaşanan bu tip yüz karası olaylar, bizlere pek yabancı değil. Toplumsal dramımız… Hâlbuki Kur’an, medeni bir toplum inşa eder. İslam’a inanan kadın ve erkek, problemini Kur’an’a ve Sünnete arz eder. Cevabını ondan alır ve ona göre uygulamaya geçer. “Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah’a ve Rasûl’e götürün” (4Nisa:59) ayeti bize bu görevi veriyor. Ayetteki “Allah’a ve Rasûl’e götürün”den kastedilenin “Allah’ın kitabına ve Rasûlü’nün sünnetine götürün”  olduğu açıktır. Öyleyse iman iddiasında bulunan her Müslüman, problemine çözümü, İslam’ı yürürlükten kaldırmış, onu düşman ilan etmiş, vicdanla mezarlık arasına sıkıştırarak kamusal alandan kovmuş olan beşerî sistemlerde aramaz. Bu, iman iddiasıyla çelişir.

            Kur’an’a göre evlenen İslam kadını ve erkeği de, evlilik sürecinde çıkan sorunlarını yine Kur’an ölçeğinde halleder. Evlilikte aslolan, ayrılmamak üzere, ölene kadar aynı yastığı paylaşmaktır. Fakat bu, hiçbir zaman Katoliklik anlamında yorumlanamaz. Bilindiği gibi, Katolik mezhebine mensup bir Hristiyan çift, evlendikten sonra ölene kadar kesinlikle birbirinden ayrılamazlar. İnsan fıtratına aykırı bir uygulama olan bu anlayışın, İslam’la uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Ama Katolikleşen Müslümanlardan söz etmek mümkündür. Çeşitli nedenlerle evliliğini sürdürmek istemeyen bir erkek, eşini boşamaya kalksa hemen kılıçlar çekilmekte, eski dostluklar ve mutlu günler unutulmakta ve aileler arası düşmanlıklar tetiklenmektedir. Bir evliliğin çok mutlu bir seyri varken birden işler tersine dönebilir, daha önce birbirlerini mutlu eden eşlerden biri diğerini son zamanlarda mutlu etmeyebilir. Bütün bunlar yaşanırken çocuklar da dünyaya gelmiş ve büyümüş, hatta bir-ikisi evlenmiş bile olabilir. İşte tam bu süreçte eşlerden biri hayatı çekilmez hale getirmeye başlayınca, ayrılmak gündeme gelebilir. Bu durumda hiç kimse “çocukların hatırına cehennemî bir hayata razı olup boşanmaya gidilmemelidir” diyemez. 

Medenî bir erkek veya kadın, çocuklarını karşısına alıp onlara: “Annenle ben, tamiri mümkün olmayan sorunlar yaşıyoruz ve hayatı birbirimize zehir ediyoruz. Ben boşanma davası açacağım ve annenden ayrılacağım. Hayatı ne kendime, ne de ona zehir etme hakkım yoktur. Ben babanızım, o da annenizdir. Bizim aramızdaki sorunlar ve ayrılmamız, sizin duruşunuzu değiştirmemelidir. Annenize ve babanıza eşit mesafede bulunmalısınız. Birinin yanında yer alıp öbürüne düşmanca tavırlar takınarak Allah’ın, anne ve baba hukuku ile ilgili emirlerini ihlal etmeyin. Maddi-manevi olarak, gücüm nispetinde sizin yanınızdayım. Ben sizin cehenneminiz olmak istemiyorum. Yani bana karşı yerine getirmeniz gereken evlatlık görevini ihlal ederek kendi cehenneminizi hazırlamayın. Çünkü kişi nârını da nurunu da bu dünyadan götürür. Benim Peygamberim, ‘Anne ve babası sağken onların rızasını alıp dünyada iken cennetini garanti etmeyenin burnu sürtülsün/yazıklar olsun’ buyuruyor. O annenizse ben de babanızım. Benim rızam da annenizin rızası kadar önemlidir. Bedduamı almayın” diyebilmelidir.

            Başından böyle bir olay geçmiş bir kardeşim duygularını şöyle dile getiriyordu: “Çok mutlu bir evlilik yapmıştım. Babam, sevdiğimi bildiği köyümüzün hatırı sayılır kızlarından birini almıştı. Yirmi yılı aşkın bir evliliğimiz olmuştu. Rabbim, iki kız, iki oğlan evladı vermişti. Günün birinde mutlu giden bu evliliğimiz yön değiştirdi. Ayrılma noktasına geldik ve nafakada anlaşarak ayrıldık. İlahiyat mezunu ve şu an öğretmen olan büyük kızımı, ayrılmadan önce gelin etmiştim. Fakat ikinci kızımın, doktor ve öğretmen iki oğlumun düğün törenlerine bir baba olarak çağrılmadım. Bu benim zoruma gitti. Çünkü ben o çocuklarımla problem yaşamamıştım. Maddi olarak da mahrum etmemiştim. İki dairem vardı, birini annelerine, diğerini de büyük oğlana vermiştim. Zaman zaman da nakit desteğinde bulunmuştum ve şu anda her ay annelerine on beş yıldır nafaka parası da gönderiyorum. Ama çocuklarımı arıyorum telefonuma cevap vermiyorlar, ısrarla arayınca da engelliyorlar. Hâlbuki problemim anneleriyle idi. ‘Acaba anneleri, çocuklar üzerinden benden intikam mı alıyor’ diye de düşünmüyor değilim.”

            Bu fotoğraftan çıkarılan sonuç, çocuklar için hayırlı bir geleceğin mümkün görülmediğidir. Babaları hangi sebepten annelerinden ayrılırsa ayrılsın, onu düğünlerine davet etmemeleri, üniversite de bitirseler, doktor da olsalar “ADAM” olamadıklarının canlı belgesidir.

            Anlaşılan bu çocukların anneleri de kaprisli ve cahil biri imiş. Eğer medenî bir bayan olsaydı çocuklarını karşısına alır; “Yavrularım! Siz sadece benim eserim değilsiniz, nesebi gayri sahih hiç değilsiniz. Sizin bir babanız var. Problem yaşayıp benim ondan ayrılmam, sizin üzerinizdeki babalık hakkını düşürmez. Sizinle bir problem yaşamadı. Tahsiliniz esnasında sizlerden maddi yardımını esirgemedi. Yiğidi öldür ama hakkını inkâr etme” derdi. Anlaşılan, ayrıldığı kocasından çocuklarının üzerinden intikam alıyor aklınca… Bu davranışı ile çocuklarının cehennemi olduğunun farkında değil.

            Ey ayrılmış eşler! Kaprislerinizin kölesi olmayın. Çocuklarınızı kobay olarak kullanıp rövanş almaya kalkışmayın. Hayatın bir cilvesi olarak eşinizden ayrılabilirsiniz. Bu, dünyanın sonu değildir. Boşanmak çok çirkin bir iş olsaydı Yüce Allah bu kapıyı kapar, 33 adet boşanmakla ilgili hukuku ortaya koyan ayetlerini göndermez ve “Boşanma” anlamına gelen “Talak” suresini indirmezdi. Yüce Allah bu sure ve ayetlerde, medenice nasıl bir boşanma süreci takip edilmesi gerektiğini, ayrıntıları ile dile getirmiştir. Tabii hakkıyla inananlara… 

Kur’an’ın en yakın takipçileri olan Sahabelerden de boşananlar olmuştur. Mesela Hz. Ömer, oğlu Asım’ın annesini boşamıştır. (Bak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle Aile İlmihali, s.325) Boşanma çirkin bir iş olsaydı adalet tarihinin altın harflerle kaydettiği Hz. Ömer gibi ulu bir insan bu yola başvurmazdı.

            Ebû Eyyub el-Ensarî'nin Rasulullah’tan naklettiği bir hadiste “Kim annesi ile çocuğunun arasını ayırırsa, yüce Allah kıyamet gününde onunla sevdiklerinin arasını ayırır” buyuruyor. (Tirmizi, Büyû,52; İbn Mace, Ticârât,46; Hanbel,5/313).

 Rasûlullah (sav), bu hadisi, erkek egemen bir toplumun şartlarında söylemiştir. O günlerde hep erkekler çocukları annelerinden ayırırlardı. O devirde bir kadının, çocuğunu babasından ayırması ne haddine idi. Hadisin, mefhumu muhalefetine bakacak olur ve bu günün şartlarında anlamaya çalışırsak, aynı hitap “Kim babası ile çocuğunun arasını ayırırsa, yüce Allah kıyamet gününde onunla sevdiklerinin arasını ayırır” şeklinde de anlaşılır. Çünkü günümüzde kadın da erkek de çocuklarını birbirinden ayırma yarışındadır. Çocuklarının üzerinden kumar oynamaktadırlar. Kendinize acımıyorsanız çocuklarınıza acıyın. Onların dünya ve ahiret cehennemi olmayın.

            Kur’an, mezarlık kitabı olmaktan kurtarılıp hayat kitabı olarak uygulanmadığı sürece, bu tür aile dramlarının sonu gelmeyecektir. Bu da biline.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Musab Seyithan Arşivi
SON YAZILAR