Musab Seyithan

Musab Seyithan

Kur’an'a Tekme Atan Genç Uzaydan mı Geldi?

Kur’an'a Tekme Atan Genç Uzaydan mı Geldi?

            Antalya'nın Serik ilçesinde, bir lisede gençlerin sınıfta Kur'an-ı Kerim'i top yerine kullanıp oyun oynamasının görüntüleri, sosyal medyada paylaşıldıktan sonra -haklı olarak- büyük tepki çekti. Aslında bu olay, ciddi olarak bizleri düşündürmeli. Kur’an’ın bulunduğu bir odada ayaklarını uzatarak yatmayan bir ecdadın nesli, Kur’an’a tekme vurur hale nasıl geldi? Aslında bu olay bir sonuçtur. Bunun elbette sebepleri vardır. Bunu iyi sorgulamamız gerekir. Bu çocuk uzaydan gelmedi. Bin yıldan fazla İslam’a analık etmiş bu Anadolu topraklarında yetişti. İnsan, bulunduğu toprağın ürünüdür. Ne ekerseniz onu biçersiniz. Rüzgâr ekmiş olmalıyız ki fırtına biçiyoruz. Biz Türklerin en önemli özelliği, kutsala karşı saygıdır. Bunu da kaybettiysek, artık tuz kokmuş demektir. Bu saygıyı kaybeden gençlik; plajda, parkta, hatta caddede hayvanlar gibi çiftleşir.

            Pekiyi, burada suç kimindir? Bu çocuğun mu? O çocuğu yetiştiren anne babanın mı? Eğitim sisteminin mi? Biz hocaların mı? Bunların iyi tahlil edilmesi gerekir.

            Birinci olarak; her şeyden önce Allah, çocukların cehennem ateşinden korunmasını aile reisi olarak biz velilere veriyor. Hayat Kitabımız bu konuda: “Ey iman edenler! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” (66/Tahrim:6) buyurmaktadır.

            Ebu Hayyan'ın kaydettiğine göre, "Hz. Ömer; "Ya Rasûlallah! Nefislerimizi koruruz, fakat eş ve çocuklarımızı nasıl koruyabiliriz?" demişti. Bunun üzerine Rasûlullah (sav) de şöyle buyurdu:

            "Allah'ın size yasakladığı şeylerden onları yasaklarsınız ve Allah'ın size emrettiği şeyleri de onlara emredersiniz. İşte bu, onları korumak demektir."

            Çocuklarımızın dünya geleceğini düşündüğümüzden daha çok ahiret geleceğini de düşünmek zorundayız. Sadece onların bu dünyadaki refahlarını değil, ahirette cehennemin yakıtı olmamalarını da düşünmeliyiz. Onların cennet yollarını açmak, cehennem yollarına barikatlar koymak zorundayız. Çünkü Allah bize aile yönetiminin sorumluluğunu yüklemiştir. Aile efradımızın bilgi eksikliğini tamamlamak, onları Allah’ın istediği biçimde cennete gidebilecek bilgilerle bilgilendirmek ve şuurlandırmak zorundayız.

            “Ben ne yapayım, ben inşaatçıyım, ben doktorum, ben öğretmenim, ben marangozum, ben kunduracıyım…” mazereti bizi sorumluluktan kurtarmaz. Ya imam olacağız, ya da imam bulacağız. Üniversite sınavında sorulan soruları çocuğumuza biz öğretemiyoruz, ama öğrenmesi için dershaneye gönderiyoruz, test kitapları alıyoruz. En az aynı gayreti ahiret sınavını başarması için de göstermeliyiz. Çünkü herkes emri altındakilerden sorumludur. “Hepiniz çobansınız/idarecisiniz. Hepiniz idareniz altındakilerden sorumlusunuz. Âmir memurlarının idarecisidir. Erkek ailesinin idarecisidir. Kadın da evinin ve çocuklarının idarecisidir. Netice itibariyle hepiniz yöneticisiniz ve hepiniz yönettiklerinizden sorumlusunuz.” (Buhârî, Ahkâm 1; Müslim, İmâre 20).

            Aile reisi, idaresi altındakilere öğrenilmesi farz olan bilgileri, sevdirerek öğretmeli ve böylece onları -ayet-i kerîmede belirtildiği üzere- yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden korumalıdır. Çocuk dört yaşında dini eğitimi en elverişli bir şekilde, anlayarak almaya başlar. Çocuğun kişiliğinin üçte ikisi yedi yaşına kadar gelişir. Çocuk da yedi yaşına kadar ağırlıklı olarak aile yuvasındadır. Onun için aile, çocuğun yetişmesinde, gelişmesinde ve eğitiminde etkisi ve önemi asla inkâr edilemez ilk mekteptir.

            İşte bu ilk mektepten sonra çocuk okula gitmeye başladıktan sonra da anne ve babalar, okuldan gelen çocuğunu karşılarına alarak “Oğlum veya kızım! Bugün okulda neler öğrendin?” diye sorup onu konuşturmalıdır. Bu uygulama, hem çocuğa değer ve önem verdiğimizi gösterir, hem de çocuk kendini ifade ederek kişiliğini geliştirir. Anne ve babanın saygınlığını üzerinde hisseder. Çocuk, o gün öğrendiklerini anlatmaya başlayınca anne veya babamız, inanç değerlerimize aykırı olan bilgileri ayrıştırarak “Bak çocuğum, şu anlatılanlar Allah’ın ve Rasûlü’nün şu buyruklarıyla çelişir. Bunu sakın doğru olarak bilgi dağarcığına ekleme” diyerek rafineri görevi yapmalıdır. Bu şekilde, yanlışı ayıklanarak eğitim süzgecinden geçen yavrumuz, mukaddes değerlerine bağlı, haram-helal hassasiyetine göre hareket eden Hıra dağının çocuğu olarak toplumsal hayatta yerini alacaktır.

            Böyle yapmaz da “Saldım çayıra, Mevla’m kayıra” anlayışı ile laik-seküler-kemalist eğitim sisteminin hâkim olduğu okullara bu işi havale edersek, onlar bize, her türlü kutsal değerden kopmuş, heva ve hevesini/arzularını ilah edinmiş, Kur’an’a tekme atan, duvarlara “Zulüm 1453’te başladı sloganı” yazan Olympos dağının çocuğu olarak toplumda fesat çıkaran acube bir nesil yetiştireceklerdir. Böyle acı reçeteyi kullanmak istemiyorsak aile reisi/veliler olarak, “ekilmesi gerekenleri zamanında ekmek, sökülüp atılması gerekenleri de zamanında söküp atmak” için çocuğumuzun eğitimi ile yakından ilgilenmemiz gerekmektedir. İş işten geçtikten sonra ağıtlar yakmanın, lanetler dizmenin, kahırlar yapmanın hiçbir anlamı olmayacaktır.

            İkinci olarak da; çocuklarımızın eğitilmesi için gönderdiğimiz eğitim sistemi, kemalizmin sultasından kurtarılmalıdır. Siz ne yaparsanız yapın bu sulta varlığını devam ettirdiği sürece kemalist sistem kendi neslini üretecektir. Bu üretimin sonlanması için, koruma kanununun kaldırılması gerekir.

 

            2002 yılından beri maddi bakımdan çok mesafe kat ettik. Boğaz köprüsünü üçe çıkardık, binlerce km. bölünmüş yollar yaptık, İHA ve SİHA’larımızı yaptık, teknolojide birçok alanda millileşmeye başladık. Karadeniz’de gaz bulduk. Birleşmiş küfür milletlerinin ekonomik, siyasi ve sosyal dış baskıları ve yerli işbirlikçilerinin içerden onları desteklerine rağmen, ekonomide iflas etmeyerek ayakta durmaktayız. Her şeyin kat kat pahalılaşmasına karşı da sosyal patlama yaşamamaktayız.

            Sen Türkiye’yi mamur hale getir, çöpten kurtar, suya kandır, her tarafını yemyeşil yap, Cumhuriyet döneminde yapılan yol ve raylı sistemi on katına, yirmi katına çıkar, dört saatte gidilecek yeri yarım saatte kat edilir hâle getir, hızlı trenle Konya-İstanbul arasını dört buçuk saate indir…onun umurunda değildir. Sen yönetici olarak ne kadar dindar olursan ol, mevcut kemalist rejim, laik/seküler nesil üretmektedir. Yirmi yılda şu üniversite gençliğine yapılan, daha önceki hiçbir dönemde yapılmamıştır. Okul harçlarından tut, yemek parasına, burslarına ve ulaşımına varıncaya kadar her alanda müthiş bir iyileştirme getirilmiştir. Ama bu üniversite gençliğinin %75’i seküler dünya görüşüne sahip. İslam esaslarına dayalı bir sisteme karşıdır. Çünkü bunların kafa ve gönülleri aç. Karınlarına verilen önem kafa ve gönüllerine verilmedi. Yani bu rejim, geminin kaptan köşkünde kim oturursa otursun, kendi adamını üretti. Geminin rotası değişmedikçe kaptan değişiklikleri, gerekli dönüşümü gerçekleştirecek bir “Müslüman nesil” inşa edemedi. Kendi neslini üretmeye devam ediyor.

            Efendiler! İşte bu uygulama, kandaki mikroba müdahale etmeden kanserliyi pudralamak, pansumanlamak ve yatağını değiştirmekle sonuç almaya çalışmaktır. Müslümanlar; istikameti sabitlenmiş geminin kaptanlığına geçince, davasını unutarak mevcut kemalist/laik/seküler rejimi pudralamakla, İslam’ı kendine dert edinen İslamcı bir neslin vücut bulacağını sanmamalıdır. Belki Reis ve yanındaki çok az bir grup bunun farkında ama Reis’in rüzgârıyla iktidar erkinde olanların ezici çoğunluğu yani Ak Parti içindeki AKP’lilerin bunun farkında olduğunu sanmıyorum.

            Son söz olarak deriz ki; Kur’an’a tekme atan bu genç, uzaydan gelmedi. Ailenin ihmal ettiği gençliği yetiştiren eğitim sistemimizin ürünü. Onun için rotası yüz yıl önce belirlenmiş devlet aygıtının başına ne kadar dindar birini getirirseniz getirin, rotayı kemalizmden İslam’a doğru kırmadıkça, müfredatı kemalist-laik kuşatmadan kurtarıp gençlerimizin kafasını, İslam ve İrfanla doldurmadıkça, firavunun piramitlerine taş taşımaya ve Olympos nesli üretmeye devam edeceğiz demektir. Gerisi lâfı güzaf.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Musab Seyithan Arşivi
SON YAZILAR