Hakan Bahçeci

Hakan Bahçeci

İki çay biri açık

İki çay biri açık

            İçemezdi açık çayı, pek de sevmezdi, “çay” dediğin “adam gibi olmalı” derdi; ağır, koyu ve demli, demini de acıyla, hayatla almış olmalı. Neden hassastı bu kadar, neden bağlıydı prensiplerine. Bir derviş hali bir garip tarafı vardı. Yalnız da otursa masaya, kahveci Hurşit’e el kaldırır “iki çay biri açık” derdi. O ikinci bardak neden söylenirdi, kimin içindi?

            Akşamüstü uğrardı kahveye, omuzunda gabardin kumaştan siyah ceketi, haki deri yeleği, beyaz gömleği yaz kış değişmez, olsa olsa ceketi koluna alırdı. Müdavimi olduğu masaya bakar, doluysa oturmaz, kahvenin önüne bir iskemle atar, beklerdi. Ne zaman kahve önüne otursa çevresi hemen dolar, sokak esnafı birer birer halkayı genişletirdi. Gelene çay söyler lakin kendi içmezdi. Sohbet kıvamını bulunca, sözün sadakası der bir hikâye ile bağlardı mevzuyu. Masaya oturunca söylerdi biri açık iki çay.

            Çaylar masaya gelir, kahveci Hurşit “afiyetle benim babam” der çekilirdi. Kendi çayına bir şeker atar, açık çayın içinden kaşığı çıkarır, tabağın yanına koyar, çayından bir yudum alır, derin bir ah çekerdi. Tespihini bardağın yanına koyar, cebinden tabakasını çıkarır, bir sigara sarar lakin yakmazdı. Çaycıdan bir kalem ve kâğıt ister, iki satır bir şeyler karalar, çayı bitince tekrar çay söyler ve bu tören tam üç kez tekrar eder.

            Masada karaladıklarını toplamış kuyumcu Metin, saklamış hepsini, gidip bastırmış bir matbaada. Duyunca bu durumu önce kızmış, mahcup olmuş sonra. Yakışmaz demiş bizim gibi adama, söz ne biz kimiz, şiir ne kim şair… Eş dost ikna etmiş, o da ses etmemiş. O günden sonra çıkmış adı ozana.

            Yalnız yaşardı bildiğim kadarıyla. Babası kamyon şoförü, vefat etmiş bir kazada, daha çok küçük bu, kalmış annesiyle. Yoldaşlık etmişler ana oğul, hayatın içinde. Ne annesi varmış başka kocaya ne bir gelin almış genç delikanlı. Israr ettikçe annesi “dur hele ana, bıktın mı benden” deyip geçiştirmiş. Düşkün annesine, belli ki ondan almış bu nizam, intizam, tertip alışkanlığını.

            O eylül, yazdan kalma bir sonbahar günü, oğlu gelecek birazdan diye, hazır etmiş sofrayı annesi. Bizim delikanlı zile basmış defalarca, kapı duvar, açan yok, ses eden yok. Omuzlamış kapıyı girmiş içeri, valide sofranın başında, hareketsiz, başı düşmüş yana, bir kalp krizi, bir sessiz ölüm, bir yetimlik ve masada bir bardak çay. Yalnızlığını alıp sarılmış hatıralara. Vakit geçmiş, unutulmaz da, demlemiş acısını yıllarca.

            Kavgalarımın en heybetlisinden çıktığım zamanlar olurdu. Susardım uzunca, bilirdi halimi, masasına çağırır, susardı benimle. İki çay söylerdi içerdik, çokça susardık. Yine böyle haykırarak sustuğumuz günlerden birinde, belki bilerek belki fark etmeden biri açık iki çay söyledi. Hurşit çayları getirdi, açık çayı ne yapacağını bilemedi. Üçümüz de kaldık öyle, nihayet geldi kendine, başıyla işaret etti Hurşit’e. Hurşit iki bardağı da yan yana koyarak döndü işine. O gün bahsetti ilk kez; açık çayın sahibinden, bir de yemin aldı benden, sırdır sakla emi.

            Annesi de göçüp gidince dünyadan kalmış öyle garip. Bir akşam dönerken mahalleye karşılaşmış bir kadınla. Donup kalmışlar sokağın ortasında göz göze. Hemen indirmiş başını ama çakılıp kalmış zihnine. Ertesi gün aynı yerde aynı vakitte beklemiş bir çocuk gibi, şaşmış haline, kızmış utanmış ama dönüp gidememiş. Üç gün beş gün hep aynı, bu his nedir ve neden böyle yakıp eritir? Bakmış olacak gibi değil, hem böyle yakışmaz bize deyip dikilmiş karşısına, açmış içini, dökmüş ne varsa.

            Kadın bakmış iş ciddi, hayır demeye mecal bulamadığı gibi o da düşürmüş gönlünü adama. Sözleşmişler yarına, buluşmuşlar bir kır kahvesinde. Adam söylemiş nasıl sevdiğini, söylemiş yazdığı şiirleri. Adam burasında durdu hikâyenin, açık çayı aldı eline, yudumladı.

            Devam etti o halde anlatmaya; çok severdik çayı ikimiz de, demli olurdu benim çay, onun açık illa ki. Ne zaman çay söylesem benimki açık olsun derdi. Daha o gelmeden iki çay söyledim hep biri açık ve hep zamanında geldi çayı soğumadan. Yine sözleştik bir gün aynı kahvede aynı saatte, o gün cebimdeydi yüzük, masada bir demet gül. Daha o gelmeden biri açık iki çay söyledim. Gelmedi… Bir iz bırakmadan kaybolup gitti. Ne bulabildim, ne unutabildim. O günden sonra belki çıkar gelir diye biri açık iki çay söylemekten vazgeçemedim.  

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hakan Bahçeci Arşivi
SON YAZILAR